ve voyage radyo bu sabah harika şarkılar çalıyor. ha bir de; bir açıp bir kapayan sonbahar güneşinin yansıdığı parlement mavisi dolabın üzerindeki şekiller var. kahve falından hallice. güneşin bir bulut parçasından sıyrılıp yeniden odama doğduğu her vakit yeni bir şekil. yeni bir hayat. kavanoz dipliye bu fal penceresinden bakıyorum şimdi. misal şu an dolabıma yansıyan şekil. kökleri lale devrine, dalları 21.yüzyıla uzayan asırlık bir ağaç. galiba çınar. öyle olmalı. çünkü okuduğum tüm kitaplarda ve izlediğim bütün filmlerde asırlık diye söz edilen tek ağaç çınardı. o halde penceremden içeri dolan bu ağaç da çınar olmalıydı.
.
haklıymışım. birbirimizi tanıma anlama süreci geçtikten bir süre sonra, "ey yaşlı dostum bana adını bahşeder misin" diye sordum. "çınar" dedi. yorgun ama yaşanmışlık dolu tok bir sesle. yorgundu belki ama yüzünden anlatma, içini boşaltma ihtiyacını anladım. bir şey demedim. ama meraklı bakışlarımı yakaladı. teklifsiz anlatmaya başladı.
" osmanlı 1718 yılında avusturya ile pasarofça antlaşmasını imzaladığında ben sadrazam nevşehirli damat ibrahim paşa'nın bahçesinde küçücük bir fidandım. babam rahmetli, yavuz sultan selim'in 1517 ridaniye zaferinde mısır'dan getirilmiş meşhur bir çınardı. sultan'ın hasbahçesinde tam ikiyüz yıl yaşadı. son günlerine yakın en canlı parçasını yani beni alıp sadrazamın bahçesine diktiler. bir kaç yıl sonra da zaten lale devri başladı. işte ondan sonra bu gözler neler gördü neler genç dostum. hani siz ademoğullarının meşhur bir sözü var ya; anlatsam roman olur diye. ben anlatsam yüz sezonluk ve 480 bölümlük dizi olur. "
sonra derin bir iç çekerek sordu.
-sigaran var mı?
-bi'saniye çantamda olacaktı.
belimin ağrısını, sıcak su torbasını unutup adeta düşerek indim yataktan. masanın altındaki evrak çantamda gizlediğim sigarayı paketiyle uzattım ihtiyar dostuma.
-malbora layt ha dedi müstehzi bir ifadeyle.
-diğerleri dokunuyor. zaten üç aydan üç aya, bir iki tane içiyorum. hem içime de çekmiyorum.
az önceki alaycı ifade yine göründü yüzünde. ama uzun sürmedi. birden kederlendi yüzü.
"size mektepte neler anlattılar bilmiyorum lakin sadrazam iyi bir insandı. fakat çevresi kötüydü.
devlet işlerine vakıf, kadirşinas ve düşünceli bir devlet adamıydı. fakiri fukarayı gözetir, kendisine kötülük yapanlara bile o iyilikle karşılık verirdi.
bahçesiyle özel olarak ilgilenir. tüm çiçekleri sabah akşam tek tek dolaşır onlarla sohbet ederdi. benimle de ederdi elbet. büyük bir insandı nitekim. idamı hiç hak etmemişti. lakin kader!" dedi ve buz gibi bir sessizlik doldu içeriye.
özel bir soru sorabilir miyim dedim sessizliğinden faydalanarak.
elbette dedi.
peki hiç aşık oldun mu?
çehresi, sohbetimizin en başından beri olmadığı kadar değişik bir ifade aldı. adeta yüzündeki tüm çizgiler ortaya çıktı. her biri ayrı bir anı barındırıyordu sanki.
sigarasından derin bir nefes aldı.
"evet " dedi.
sustu.
soran gözlerle baktım.
anlatmasını bekledim bir süre.
ama nafile.
anlatmadı..
güçlü kanatlarıyla uzun bir sessizlik kondu aramıza. yaşlı çınar yutkundu bir kaç sefer. ama konuşmadı hiç.
o sırada kapı çalındı. ben çınara, çınar bana bakıyordu. hareket etmiyorduk ama. kapı zili ısrarla çalıyordu.
.
gözlerimi araladım. çınar gitmiş. hava kapatmış. birisi gerçekten kapıyı alacaklı gibi çalıyordu.
açtım. memduh efendi.
-abi senin gazeteden kalmamış istediğin başka gazete varsa onu alayım diyecektim.
-sağol. istemez memduh efendi. ekmeği ver yeter.
.
kapıyı kapadım. gittim, dişlerimi fırçaladım.