sabah:
saat on gibi ve her hafta yaptığı şekilde hızlıca odama girip, sıkıca elimi sıktıktan sonra ; "sizi dertlerinizden kurtarmaya geldim " dedi.
"buhar halinde yok edeceksiniz o zaman beni" dedim.
güldü.
güler gibi yaptım.
sonra hiç bir şey demeden geçen hafta kaldığımız yerden çalışmamıza devam ettik. bir hafta boyunca satışlar azalmış, giderler çok artmış. tedbir almalıymışız...
.
öğle:
yemeğe çıkmadan beş dakika önce güneşi gördüm. sevindim. yemeğimi çabucak yiyip dışarı çıktım. baktım, güneşin yerinde kara bulutlar ve mevsim yelleri esiyor. ama kuşlar, onlar hiç etkilenmemişler. seslendim onlara;
ey kuşlar!
söyleyin bana
ikindi :
doktora gideceğim diye izin aldım. ama randevumu iptal ettim. kadıköy'ün sokaklarında umarsızca dolaştım. biraz ıslandım. çok yoruldum. doktoru aradım. "iptal ettiğim randevuma gelebilir miyim" dedim. "gelemezsin" dedi. ısrar etmedim.
.
akşam :
sana sormadan ikimiz için bir hayal kurdum. adı üstünde hayal işte. ama bir an için gerçekleştiğini düşündüm hatta ve hatta bir kaç saniyeliğine gördüm bile. gülümsedim tabi hemen. şapşalca ve aşıkça. ekmek kırıntılarıyla karınlarını doyuran kuşlar gibiydik. hâlâ da öyle. ama ve işte tıpkı sonbahar filminde olduğu gibi; hayattan payımıza düşen buydu bizim de. peki ya ötesi? ötesi yok gibi. ya da kim bilir?
.
yatsı:
.
yatsı:
odamdayım. voyage radyo etnik müzikler çalıyor son ses. göğsümde zarifoğlu'nun yaşamak kitabı, trt-1'de adını bilmediğim bir yarışma programı açık. ışıklar kapalı. aynı anda mutluluk üzerine bir cümle kurmak istiyorum. bulamıyorum.
.
jesca hoop - city bird
.
jesca hoop - city bird