üç ocak - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

üç ocak

bahariye'ye ilk kez tersten girdim. rüzgar moda'ya doğru kuvvetli esiyordu. pazarın onunda bu kadar kalabalık, bu kadar hızla ve telaşla nereye gidiyordu? bana bakıyorlar mıydı umurumda değildi. sadece, kulağımda metallica, ruhumda kanatlanıp uçma isteği vardı. gözlerimi kapatıp kalabalığa doğru sert adımlarla ama umarsızca yürüdüm. müthiş bir duyguydu. anlatabilir miyim bilmiyorum? önce ve sanki dalgaları boyumu aşan hırçın bir denizin kenarındaydım. tuzlu su ve yosun kokusunu salt ciğerlerimde değil tüm hücrelerimde duyumsadım. sonra küçük bir kartopu olup bilmediğim bir dağın tepesinden katlanarak devasa bir kartopu olarak ama keyifle ama çığlık çığlığa vadiye doğru iniyordum ki bir şeye çarptım. dağılmadım. yumuşak ve hoş kokulu bir cisimdi. gözlerimi açtım. benden özür dilemeye çalışan esmer bir kadın. "asıl ben özür dilerim hanımefendi" dedim gözlerim suçlu, başım eğik. durmadım. devam ettim. tramvay yoluna tersten indim bu sefer. şansım varsa tramvay sirenini duyardım yoksa da yoktur dedim. ama şanslıydım. sıradaki parçada emre aydın çıktı. ve martı jonathan taklidi yaparken, boğaya kadar hiç kimse çıkmadı önüme. kendimi kadıköy soğuğuna verdim bir süre daha....
.
altıyolda inmek üzere tam düğmeye basacakken gizli bir el durdurmuştu beni. düğmeye uzanan elimi geri çektim. yerime oturdum sakince. bir durak sonra çarşıda indim. sonrasında insanları ve vitrinleri seyrederken sakız gülü sokağının başında buldum kendimi. bir şeyler ters gidiyordu ama ne?
berber meto'yu aramıştım sabah , "abi onbirde gel" dedi. önce "tamam" dedim. ama baktım onbire çok vardı. bir dakika sonra yeniden aradım.  "meto ben akşamüstü geleyim" dedim. "tamam abi" dedi. oysa pazarları yalnızca öğleden önceleri traş olurdum ben. ve bana abi diyen meto benden iki yaş büyük çıktı geçen sefer traş olduğumda. bunu on yıl sonra öğrendim. alışkanlığımızı bozmadık. o bana abi, ben o'na meto diyorum eskisi gibi. ama işte bazı alışkanlıklar da ölümcül bir virüs gibidir içten içe yer, çürütür adamı. alışkanlıkların esiri olmak zordur. bilirsin. tek istediğim hüzünlü bir şarkının içinde eriyip gitmek. buhar olup uçmaktı oysa... 
.
canımın sıkkın olduğu, problemlerimi çözemediğim her vakit olduğu gibi  bu sabah yine kadıköy'ün ara sokaklarına attım kendimi. her zaman altıyolda inip boğadan bahariye'ye dalar, sonra izlemeyecek olsamda rexx sinemasında vizyondaki filmlere bakar ve hemen ardından sırasıyla sahaflar ve balıkçıları bulurdum. finali de daha önce hiç gitmediğim çay ya da kahvehanede yapardım. şansım yaver gidip ilham perim de yanıma oturursa iki üç satır bir şeyler karalardım. bu sabah yine öyle yapacaktım. hatta ve aslında diyeceklerim vardı tam otuz bir aralık ikibinonbeş'e denk gelen. ama işte hayat; biz planlar yaparken başımıza gelenlerdi. şimdi bir simitçi kahvesinden sleeping sun (nightwish) eşliğinde bunları yazmak kaderimmiş meğer.
.