dünyanın ve istanbul'un bu en sıcak pazarında, sabahtan akşama kadar esmeyen balkonda oturdum. sıcakta ben nefes almaya üşenirken yaklaşık yüz elli yaşlarında iki teyze, kaplumbağalara nazire yaparcasına dakikada üç buçuk adım atarak karşı apartmandan çıktılar. az ileride onları civciv sarısı bir taksi bekliyordu. o an içimden "umarım abi, bekleme tarifesini açmamıştır" diye geçirdim. her zaman değil ama bazen böyle düşünceli yanım sığmaz içime, taşar dışıma dışıma! lakin teyzeler o kadar ağır, o kadar yorgun hareket ediyorlardı ki ben izlerken yoruldum. hani bu sıcakta bir woody allen yahut bir david lynch filmi izlesem bu kadar yorulmazdım. yaklaşık on üç dakikada kendilerini bekleyen taksiye ulaştılar. ama bir sorun vardı sanki. ya da onlardan daha yaşlı birini bekliyorlarmış gibi taksinin kapısı iki buçuk dakika falan öylece açık kaldı. öyle değilmiş. elinde migros poşetleriyle oradan geçen sarışın abla arka koltuktakilere doğru eğildi. bir şeyler konuşuldu. teyzeler kapıyı kapatmanın kendilerine bir on beş dakika daha kaybettireceğine karar verip sarışından rica ettiler sanırım. sarışın abla da her sorumlu vatandaş gibi taksinin kapısını elini tersiyle, şöyle bir itti. ama ne itmek! kapının kapanma sesi tüm kadıköy ve semtlerinin yanı sıra sarayburnu'ndan da duyulmuştur eminim. öyle sarışın, öyle dominant bir ablaydı. sonra işte abla ve taksi ayrı yönlere doğru gittiler. ben esmeyen balkonda yeni maceraları bekledim son sekiz yüzyılın en sıcak eylülünde...
07.09.2015-pazartesi / hızlı yaşa genç öl ...
sabahın ve haftanın ilk saatleri, mahalle pastanesinin bordo önlüklü, siyah kısa saçlı, 16-17 yaşlarındaki çırağı sipariş tesliminden dönerken tam karşı kaldırımda iki arabanın arasında oturdu. sağı solu şöyle bir kolaçan etti. benim o'nu izlediğimi görmedi. sağ bacağından markasını göremediğim sigarasını, sol cebinden tablet büyüklüğündeki kırmızı-beyaz telefonunu çıkardı. en uzun parmağından daha uzun sigarayı gençliğin verdiği en afili cakayla yaktı. sol elinde tuttuğu sigaradan derin bir nefes aldı. nefesini bırakmadan kucağındaki tepsi gibi telefonda sağ işaret parmağını yukarıdan aşağı hareket ettirerek sosyal bir medyanın time-line akışına baktı. o arada içindeki zehrin dumanını serbest bıraktı. tanıdık bir gelen giden var mı diye, biraz endişeli biraz tedirgin edayla bir kez daha önce sağına sonra soluna baktı. yukarıya bakmak bir türlü aklına gelmiyordu. beni yine görmedi. bir fırt daha çekip yeniden telefona yüklendi. bu rutini iç beş kez tekrarladıktan sonra. sigarasını tam bitirmeden yere attı. sağ ayağını silecek gibi sağa sola çevirerek sigarayı söndürdü, telefonunu pantolonunun sol cebine zorlayarak soktu, çakmağını sigara paketine, sigara paketini de sağ çorabının içine yerleştirip hızlı adımlarla caddeye çıktı...
sabahın ve haftanın ilk saatleri, mahalle pastanesinin bordo önlüklü, siyah kısa saçlı, 16-17 yaşlarındaki çırağı sipariş tesliminden dönerken tam karşı kaldırımda iki arabanın arasında oturdu. sağı solu şöyle bir kolaçan etti. benim o'nu izlediğimi görmedi. sağ bacağından markasını göremediğim sigarasını, sol cebinden tablet büyüklüğündeki kırmızı-beyaz telefonunu çıkardı. en uzun parmağından daha uzun sigarayı gençliğin verdiği en afili cakayla yaktı. sol elinde tuttuğu sigaradan derin bir nefes aldı. nefesini bırakmadan kucağındaki tepsi gibi telefonda sağ işaret parmağını yukarıdan aşağı hareket ettirerek sosyal bir medyanın time-line akışına baktı. o arada içindeki zehrin dumanını serbest bıraktı. tanıdık bir gelen giden var mı diye, biraz endişeli biraz tedirgin edayla bir kez daha önce sağına sonra soluna baktı. yukarıya bakmak bir türlü aklına gelmiyordu. beni yine görmedi. bir fırt daha çekip yeniden telefona yüklendi. bu rutini iç beş kez tekrarladıktan sonra. sigarasını tam bitirmeden yere attı. sağ ayağını silecek gibi sağa sola çevirerek sigarayı söndürdü, telefonunu pantolonunun sol cebine zorlayarak soktu, çakmağını sigara paketine, sigara paketini de sağ çorabının içine yerleştirip hızlı adımlarla caddeye çıktı...
08.09.2015-salı / ikindi vakti bir güzele...
üçü on geçe beşiktaş vapurundan indim. kadıköy çarşıdaki insan mikserine dahil olmadan hemen önce o'nu gördüm. yürürken güneş arkamdaydı. ama o'nu görünce gözlerim kamaştı. o da bunun farkındaydı. ve güzel olmanın haklı gururunu yaşıyordu... kendini, kendine hatırlatmak için baştan aşağıya şöyle bir süzdü ve usta bir ressamın sihirli bir dokunuşu gibi insan karmaşasının içine dahil oldu...
üçü on geçe beşiktaş vapurundan indim. kadıköy çarşıdaki insan mikserine dahil olmadan hemen önce o'nu gördüm. yürürken güneş arkamdaydı. ama o'nu görünce gözlerim kamaştı. o da bunun farkındaydı. ve güzel olmanın haklı gururunu yaşıyordu... kendini, kendine hatırlatmak için baştan aşağıya şöyle bir süzdü ve usta bir ressamın sihirli bir dokunuşu gibi insan karmaşasının içine dahil oldu...
09.09.2015-çarşamba / romantik komediler olmasa nic'olurdu halımız
işim erken bitti. hiç bir yere takılmadan doğru eve geldim. çünkü en son romantik komediyi ne zaman izlediğimi hatırlayamamıştım. benim için büyük sorundu! film defterime baktım. takvimler 21.5.2015 diyordu. hemen üst üste iki romantik koydum film çalara. ilki ve bana kalırsa on üzerinden altılık bir romantik komediydi. 5 to 7 (2014) ama beğendim. sevdim filmi. başındaki ve sonundaki sahneler closer dejavusu yaşatsa da biraz çok farklıydı. sevimliydi!
-en sevdiğiniz hikaye, belki de tek bir okur için yazılmış olabilir.
ikinci romantiğimiz ise; iki kişi arasında geçen ama sizi asla sıkmayan hep bir sonraki aşamayı merak ettiren kendi halinde bir komik. before we go (2014) hani ve biraz before sunrise serisini anımsatsa da keyifli bir filmdi benim için. ama seni bilemem doktor. seni bilemem..
-..nick, mükemmelik diye bir şey yoktur! her zaman bir mücadele olacaktır. tek yapman gereken beraber mücadele edeceğin kişiyi seçmektir...
09.09.2015-perşembe / akılsız başın cezası...
zorlu'nun yürüyen merdivenlerinden tam aşağıya inerken acil gelen mesajı okur okumaz akışın tam tersine, yukarı doğru koşarken düşen salak benim. evet. sağ dizim ve sağ el bileğim parçalandı belki ama sonunda çıkmayı başardım!
09.09.2015-cuma / saatleri ayarlama enstitüsü
bugüne kadar başkalarına verdiğim sözleri hep tuttum ama bu konuda kendime iskoçyalılardan daha cimri davrandım. lakin artık kendime verdiğim sözler de uçmayacak burada kalacak.
misal ilk sözümü 78 ila 83 milyon arası rivayet edilen türkiye halkı önünde ve elbette yine çevre ülke ve gezegenlerden günlüğümü takip eden değerli takipçilerimin önünde kitap konusunda veriyorum. yıllardır yılan hikayesine dönen saatleri ayarlama enstitüsü'nü kış gelmeden bitireceğim. elimdeki açar ve menteş kitaplarından sonra saatleri bitirme sözü veriyorum.evet. şayet bitiremezsem beni aşağılayın, dövün, recm edin hatta hatta hıncal uluç'la bir odaya kapatıp kahkahalarını dinletin. bakın bu kadar büyük konuştum. ekim bitmeden saatler bitecek. benden söylemesi, sizden takip etmesi.. hadi bakalım...
12.09.2015-cumartesi / no woman no cry
sabah sporu tamamlamış devletin belirlediği yasal bir hızla ara sokaklardan eve dönüyordum. en yorgun ama en dingin halimleydim. bir de radyom vardı. joy fm açıktı. bob marley söylüyordu. güzel de söylüyordu hani. no woman no cry. köşede bir genç kadın yolun karşısına geçmek için benim geçmemi bekliyordu. zaten yavaş gidiyordum. hafifçe frene bastım. o yorgunlukta olabilecek en nazik halimle sağ avucumu öne doğru uzattım buyrun geçin anlamında. peki o ne yaptı. sanki o'nu aldatmışım gibi baktı bir süre suratıma. sonra hiç bir şey demeden, hiç bir mimik ve jestte bulunmadan geçti gitti. ben de buraya yazdım.
hayır hayır ayrımcılık, cinsiyetçilik yapmıyorum aman ha. emrah'ı yediniz kendimi yedirtmem! geçen hafta ve bundan iki sokak aşağıda yine aynı şekilde sağa dönüşte bir abiye yol verdim. o da mesela, yol verince böyle dondu kaldı. abartısız bir beş-on saniye suratıma baktı öyle. dikiz aynasında suratımda tuhaf bir şey aradım. bulamadım. ama abi küfür mü etsem teşekkür mü etsem kararsızlığında baktı, baktı, baktı hep baktı ve gitti. onu da şimdi buraya yazıyorum.
13.09.2015 - yarın / hatırlarız belki birbirimizi ne çok sevdiğimizi...
ve boktan ülke gündemi için belki şu şarkı bir şey anlatır. belki de anlatmaz. ne bileyim.söylemiştim. ben her şeyi bilemem...
işim erken bitti. hiç bir yere takılmadan doğru eve geldim. çünkü en son romantik komediyi ne zaman izlediğimi hatırlayamamıştım. benim için büyük sorundu! film defterime baktım. takvimler 21.5.2015 diyordu. hemen üst üste iki romantik koydum film çalara. ilki ve bana kalırsa on üzerinden altılık bir romantik komediydi. 5 to 7 (2014) ama beğendim. sevdim filmi. başındaki ve sonundaki sahneler closer dejavusu yaşatsa da biraz çok farklıydı. sevimliydi!
-en sevdiğiniz hikaye, belki de tek bir okur için yazılmış olabilir.
ikinci romantiğimiz ise; iki kişi arasında geçen ama sizi asla sıkmayan hep bir sonraki aşamayı merak ettiren kendi halinde bir komik. before we go (2014) hani ve biraz before sunrise serisini anımsatsa da keyifli bir filmdi benim için. ama seni bilemem doktor. seni bilemem..
-..nick, mükemmelik diye bir şey yoktur! her zaman bir mücadele olacaktır. tek yapman gereken beraber mücadele edeceğin kişiyi seçmektir...
09.09.2015-perşembe / akılsız başın cezası...
zorlu'nun yürüyen merdivenlerinden tam aşağıya inerken acil gelen mesajı okur okumaz akışın tam tersine, yukarı doğru koşarken düşen salak benim. evet. sağ dizim ve sağ el bileğim parçalandı belki ama sonunda çıkmayı başardım!
09.09.2015-cuma / saatleri ayarlama enstitüsü
bugüne kadar başkalarına verdiğim sözleri hep tuttum ama bu konuda kendime iskoçyalılardan daha cimri davrandım. lakin artık kendime verdiğim sözler de uçmayacak burada kalacak.
misal ilk sözümü 78 ila 83 milyon arası rivayet edilen türkiye halkı önünde ve elbette yine çevre ülke ve gezegenlerden günlüğümü takip eden değerli takipçilerimin önünde kitap konusunda veriyorum. yıllardır yılan hikayesine dönen saatleri ayarlama enstitüsü'nü kış gelmeden bitireceğim. elimdeki açar ve menteş kitaplarından sonra saatleri bitirme sözü veriyorum.evet. şayet bitiremezsem beni aşağılayın, dövün, recm edin hatta hatta hıncal uluç'la bir odaya kapatıp kahkahalarını dinletin. bakın bu kadar büyük konuştum. ekim bitmeden saatler bitecek. benden söylemesi, sizden takip etmesi.. hadi bakalım...
12.09.2015-cumartesi / no woman no cry
sabah sporu tamamlamış devletin belirlediği yasal bir hızla ara sokaklardan eve dönüyordum. en yorgun ama en dingin halimleydim. bir de radyom vardı. joy fm açıktı. bob marley söylüyordu. güzel de söylüyordu hani. no woman no cry. köşede bir genç kadın yolun karşısına geçmek için benim geçmemi bekliyordu. zaten yavaş gidiyordum. hafifçe frene bastım. o yorgunlukta olabilecek en nazik halimle sağ avucumu öne doğru uzattım buyrun geçin anlamında. peki o ne yaptı. sanki o'nu aldatmışım gibi baktı bir süre suratıma. sonra hiç bir şey demeden, hiç bir mimik ve jestte bulunmadan geçti gitti. ben de buraya yazdım.
hayır hayır ayrımcılık, cinsiyetçilik yapmıyorum aman ha. emrah'ı yediniz kendimi yedirtmem! geçen hafta ve bundan iki sokak aşağıda yine aynı şekilde sağa dönüşte bir abiye yol verdim. o da mesela, yol verince böyle dondu kaldı. abartısız bir beş-on saniye suratıma baktı öyle. dikiz aynasında suratımda tuhaf bir şey aradım. bulamadım. ama abi küfür mü etsem teşekkür mü etsem kararsızlığında baktı, baktı, baktı hep baktı ve gitti. onu da şimdi buraya yazıyorum.
13.09.2015 - yarın / hatırlarız belki birbirimizi ne çok sevdiğimizi...
ve boktan ülke gündemi için belki şu şarkı bir şey anlatır. belki de anlatmaz. ne bileyim.söylemiştim. ben her şeyi bilemem...