öyle derdi büyüklerimiz eskiden.
"evladım, inince bizi mutlaka ara"
genellikle unuturdum ben aramayı. onlar arardı.
"indin mi?" diye.-
öyle indim işte büyük istanbul'un büyük otogarına. rutubeti, kalabalığı, gürültüsü kendinden menkul şehir sevmediğim bir akraba gibi hemen sarıp sarmaladı beni. elimde olsa dönmezdim. imkanım olsa direk bozcaada'ya kaçardım. biraz cesaretim olsa orada yeni bir hayat kurardım kendime. ama işte bu se-sa şart eklerinin beni hiç bir yere götürmeyeceğini biliyordum leş istanbul sıcağında. o yüzden yarım saat servis bekledim. on beş dakika yol gittik. döndük dolaştık. baktım sağımda-biraz aşağıda büyük istanbul otogarı olduğu gibi duruyor. hayır ben karşının çocuğu olduğum için pek bilmiyorum bu yolları. takside olsaydım şayet kafa göz dalmıştım şoföre "sen beni mi dolandırıyon lan amcamın çocuğu" diye.
neyse ki beleş servisteydik. lakin ben yine de bi'bok anlamadım. o kadar km ve o kadar dakika yol gidip hala büyük istanbul otogarının çekim alanından çıkamamıştık. şey gibi hani; yüzmeyi yeni öğrendiğim zamanlarda bir arkadaşımı direk gibi sen burada bekle diye yanıma dikip kulaç atıyordum kendimce. kulaçları bıraktığımda bir arpa boyu yol alamadığımı görünce çamura yatıyordum.
"yürüyor musun olm sen" diyordum.
yemin ediyordu arkadaşım "ekmek musaf çarpsın sabit durdum lan" diye. s
ervis aracı ile o kadar kulaç atıp aynı hizada olduğumuzu görünce otogarın yürüdüğüne kanaat getirdim bir an için. ama büyük istanbul otogarı adı gibi harbiden de bayağı büyükmüş. lakin işlevi berbat. söyleyeyim. allah düşmanımı düşürmesin. içeriden zaten karışık. yukarıdan daha bir karmakarışık gözüküyor. kafa zaten bin beş yüz. tam da işte o an bir şey fark ettim. aslında epey zamandır farkındaydım da adı yoktu hissimin. kadının adı vardı. duygularımın yoktu. ne vakittir büyük istanbul otogarı gibi karmakarışık içim. dışım. büyük istanbul otogarı gibi karmakarışık içim. dışım.
- he heyy kime diyorum. beni dinliyor musunuz bayım?
duygularım diyorum, kontrolden çıkmış formula aracı gibi ardı ardına takla atmakta. emniyet kemeri takılı lakin sıkışmış. kımıldayamıyorum. ne ileri ne geri gidebiliyorum. düşüncelerin biri gidiyor, biri geliyor. ama ben hep olduğum yerdeyim. diyorum ki kaç vakittir büyük istanbul otogarı gibi karmakarışık içim. dışım. düşüncelerim gidiyor. biz gidiyoruz. ama otogardan bir türlü çıkamıyoruz. rüya mı, nasıl bir kabus bu allahım diyorum kendimi çimdikliyorum. canım yanıyor. çıkardığım tuhaf sese şoför tepki veriyor.
öyle indim işte büyük istanbul'un büyük otogarına. rutubeti, kalabalığı, gürültüsü kendinden menkul şehir sevmediğim bir akraba gibi hemen sarıp sarmaladı beni. elimde olsa dönmezdim. imkanım olsa direk bozcaada'ya kaçardım. biraz cesaretim olsa orada yeni bir hayat kurardım kendime. ama işte bu se-sa şart eklerinin beni hiç bir yere götürmeyeceğini biliyordum leş istanbul sıcağında. o yüzden yarım saat servis bekledim. on beş dakika yol gittik. döndük dolaştık. baktım sağımda-biraz aşağıda büyük istanbul otogarı olduğu gibi duruyor. hayır ben karşının çocuğu olduğum için pek bilmiyorum bu yolları. takside olsaydım şayet kafa göz dalmıştım şoföre "sen beni mi dolandırıyon lan amcamın çocuğu" diye.
neyse ki beleş servisteydik. lakin ben yine de bi'bok anlamadım. o kadar km ve o kadar dakika yol gidip hala büyük istanbul otogarının çekim alanından çıkamamıştık. şey gibi hani; yüzmeyi yeni öğrendiğim zamanlarda bir arkadaşımı direk gibi sen burada bekle diye yanıma dikip kulaç atıyordum kendimce. kulaçları bıraktığımda bir arpa boyu yol alamadığımı görünce çamura yatıyordum.
"yürüyor musun olm sen" diyordum.
yemin ediyordu arkadaşım "ekmek musaf çarpsın sabit durdum lan" diye. s
ervis aracı ile o kadar kulaç atıp aynı hizada olduğumuzu görünce otogarın yürüdüğüne kanaat getirdim bir an için. ama büyük istanbul otogarı adı gibi harbiden de bayağı büyükmüş. lakin işlevi berbat. söyleyeyim. allah düşmanımı düşürmesin. içeriden zaten karışık. yukarıdan daha bir karmakarışık gözüküyor. kafa zaten bin beş yüz. tam da işte o an bir şey fark ettim. aslında epey zamandır farkındaydım da adı yoktu hissimin. kadının adı vardı. duygularımın yoktu. ne vakittir büyük istanbul otogarı gibi karmakarışık içim. dışım. büyük istanbul otogarı gibi karmakarışık içim. dışım.
- he heyy kime diyorum. beni dinliyor musunuz bayım?
duygularım diyorum, kontrolden çıkmış formula aracı gibi ardı ardına takla atmakta. emniyet kemeri takılı lakin sıkışmış. kımıldayamıyorum. ne ileri ne geri gidebiliyorum. düşüncelerin biri gidiyor, biri geliyor. ama ben hep olduğum yerdeyim. diyorum ki kaç vakittir büyük istanbul otogarı gibi karmakarışık içim. dışım. düşüncelerim gidiyor. biz gidiyoruz. ama otogardan bir türlü çıkamıyoruz. rüya mı, nasıl bir kabus bu allahım diyorum kendimi çimdikliyorum. canım yanıyor. çıkardığım tuhaf sese şoför tepki veriyor.
- inecek mi var diyor?
hayırlıysa şu otogardan çıksaydık diyorum içimden.
söylene söylene uyumuşum.
"amcamın çocuğu" uyandırdı. "birader servisin son durağı burası" dedi.
sonra işte sıcak değil de nem çok fenaydı. gölgede yüzde doksan falan. istanbul'a diyorum başarılı bir şekilde indim. kimseyi aramadım. biraz uyum sağlayayım istedim. bir kaç toplu taşımaya daha bindim. eve geldim. markete alışverişe çıktım. kalabalığa karıştım. cadde kenarında bir kafede dolmuşları, geleni geçeni izledim. kalkmadan önce sigaramdan derin bir nefes çekip "hiç değişmemişsin lan istanbul" dedim.
söylene söylene uyumuşum.
"amcamın çocuğu" uyandırdı. "birader servisin son durağı burası" dedi.
sonra işte sıcak değil de nem çok fenaydı. gölgede yüzde doksan falan. istanbul'a diyorum başarılı bir şekilde indim. kimseyi aramadım. biraz uyum sağlayayım istedim. bir kaç toplu taşımaya daha bindim. eve geldim. markete alışverişe çıktım. kalabalığa karıştım. cadde kenarında bir kafede dolmuşları, geleni geçeni izledim. kalkmadan önce sigaramdan derin bir nefes çekip "hiç değişmemişsin lan istanbul" dedim.