orta
yaş buhranındaki bir anne elini sıkı sıkıya tuttuğu ondörtlerindeki
kızına direktif üzerine direktif veriyor fatih teriminkine benzer hareketlerle.
kızın öfkeden kızarmış gözlerinden çıkan duman genzimi yakıyor. neyse ki
döner kapıdan ufak sıyrıklarla geçip güvenlik şeridine el çantamızı
güvenli bir şekilde koyup geri aldıktan hemen sonra son düzlükte yaşı
yirmibeşlerinde, saçları omuzundaki bir kumral kadınla beyaz saçlı
siyah sakallı bir adamı yakalayıp geçtim yeni çıkmış teknolojik
bir ürüne saldıran amerikan gençliği tadında. hafız bu telaşlı halime
güldü. hayal ettim. komikti gerçekten. ben de güldüm. sonra fiko
geldi buluşma yerine. ve kızlı erkekli bir kaç arkadaş daha. güzel giden muhabbet bir yerde tıkandı. çünkü
kadınlar barcelona'dan erkekler roma'dandı. baştan belliydi bu işin yürümeyeceği! plaza tecrübeliler pariste buluşmak üzere aramızdan
ayrıldılar. yolu sevgiden geçenlerle biz kaldık. birer kahve daha içtik.
doğrusu ben çay içtim. onlar kahve içti. lafın bir yerinde mustafa sandal'ı hiç sevmem ama şu gidenlerden şarkısı yok mu diyecek oldum...
kızılay meydanında trafiğe yön veren polis gibi sağ avucunun içiyle yaptığı dur işaretiyle cümleyi kursağımda bıraktı hafız. çünkü inanmıyor bir gün bu şehirden gideceğime. ve mutlu bir aşkın varlığına.
bir de ....
bir de ....
neyse...
ama işte inanmasam
diyorum oturup bunları sana yazmazdım. içinde bulunduğum ahval ve şeraiti düşününce; hayal gibi evet. ütopik de biraz kabul
ediyorum. ve hatta denizler altında yirmibinden daha fersah belki. bir türlü söyleyip
yazamadığım, anlatamadığım, orhan veli mısraları gibi uzak belki o yer.
ve o umut.
yeldeğirmenlerine savaç açmak gibi belki biraz. biraz godot'u bekler gibi..
ama ve lakin içimde hâlâ duyduğum, her saniye canlı tuttuğum o hissi anlatmak isterdim bir gün sana.
bir gün belki.
yeldeğirmenlerine savaç açmak gibi belki biraz. biraz godot'u bekler gibi..
ama ve lakin içimde hâlâ duyduğum, her saniye canlı tuttuğum o hissi anlatmak isterdim bir gün sana.
bir gün belki.
.