anlattı, anlattı, anlattı durmadan, bıkmadan, usanmadan anlattı. nefes almadan, gözünü kırpmadan hep anlattı. o çölde suya hasret bedevinin aşkıyla yana yakıla anlatırken ben mavi tükenmezle önümdeki kağıda muhtelif şekiller çizdim. arada ayıp olmasın diye yüzüne, bazen de kahverengi gözlerinin içine içine baktım. hiçbirinin ne anlama geldiğini bilmediğim, anlamadığım teknik terimlere anlıyormuş gibi kafa salladım. ben emme basma tulumba gibi başımı salladıkça o daha bir iştahlandı, en baştaki anlatma ritmini ikiye katlayarak, üstüne jest ve mimikler ekleyerek anlatmaya devam etti. altı gün oniki saat çalıştıklarından, referanslarından ve tecrübelerinden bahsetti. aralarda yaptığı işlerden dolayı acemice böbürlendi. bayat bir iki espri yaptı. gülmedim. yılmadı. anlattı. mavi tükenmezim bitmeyip hemen önündeki kalemlikteki kırmızı tükenmeze özür dileyerek uzanmasam hiç konuşmamış olacaktım takribi yirmidokuz dakikadır. kırmızı kalemi elime aldığımda ikimizde derin bir ohh çektik. o soluksuz anlatmaya, ben not kağıdımda karaladığım şeklimi tamamlamaya devam ettim. bittiğinde yetmişbir dakikadır konuştuğu-muzu-nu farkettim.
ne içindi tüm bunlar?
değer miydi?
kıçı kırık bir sistemi alıp-satmak için bunca enerji israfı, yalan dolan ve cambazlıklar.. plaza turnikeleri, toplantı notları, dokuz altı şaklabanlığı...
hayat mı lan bu?
i-ar-pi'nizin de si-ar-em'inizin de sisteminizin de canını cehenneme..
kaldır başını da gökyüzüne bir bak peyami..
kuşlar uçuyor.....