insanoğlunun başına büyük bir felaket mesela salgın hastalık gelmiş de dünya sadece bitkiler ve hayvanlara kalmış gibi ıssız ve durgun şimdi sokağımız. sabahın ve pazarın yedisinin olmasının etkisi büyük elbette. sadece rüzgarla oynaşan ağaçlar, günlük ekmeğinin peşindeki kediler ve kuşlar hayatta kalmış gibi. ve kuşlar kendi aralarında anlaşmışlar da sabah nöbetini onlara devretmiş gibi sadece ve her yerde kargalar var. martılar, kumrular, sakalar, serçeler, güvercinler nerdeler? ama bu, bu sessiz ve hareketsiz halini artık sevmiyorun artık sokağın. eskiden severdim. garip bir dinginlik ve mutluluk verirdi. şimdi ise gökyüzünü görmem zorlaşıyor, her geçen gün daha yüksek beton kütlelerine dönüşen komşu yapılar nedeniyle. üç tarafım bu yüksek yapılarla çevrili. uzakları, ufku görebildiğim tek alandaki müstakil evi de dün yıktılar. üç beş ay sonra nefes alabildiğim tek çıkış da bilmem kaç katlı, ultra lüx dairelerle donanımlı, modern yaşam alanının simgesi yeni nesil bir beton blokla kapanacak. geçmiş olsun...
o ağaçtan bu çatıya durmadan, amaçsızca ve salakça yer değiştiren şu kargalardan farkımız yok gibi. ya da ve aslnda onlar kadar aklımız yok. hiç olmazsa onlar içgüdüsel yaşıyorlar. ya biz?
al işte!. bir emekli insan çıktı karşı apartmanın demir kapısından. sol elinde bir rüzgar gülünü, ötekinde bir alman kurdunu tutmuş gezdiriyor. saçma sapan bir durum ama gerçek. hem köpek mi onu gezdiriyor o mu köpeği belli değil. belki de rüzgar gülüdür aralarındaki dengeyi sağlayan. kim bilir? hiç bir şey göründüğü gibi değil ya hani. aynı, kurt köpekli adam sol omuz başına yatırdığı bir tomar pazar gazetesiyle ve hacı yatmaz gibi bir sağa bir sola sallanarak yanından geçen kendi apartmanında görevli kadını fark etmedi bile. ama ve hâlâ tek tük geçen insanlardan daha çok kedi ve kuş var sokakta. belki de en iyisi, en olması gereken de budur. ne kadar az insan, o kadar çok.....