fırının
kapısından henüz çıkmıştım ki; sıcacık ve mis gibi kokan ekmeğin ucundan
kocaman bir ısırık için daha fazla bekleyemedim. sanki umrundaymış gibi daha
çok çocukluktan kalma alışkanlıkla sokağın bir soluna bir de sağına baktım
gören oldu mu diye. sonra türk sporuna katkıda bulunmak için yolun karşısındaki
iddaa bayine yöneldim. iki liralık kupon yaptım. gelirse tam tamına 22.582,22
TL alacağım. uzak ihtimal. ağustosta kar yağması gibi bir şey. hocanın göle
çalması gibi yahut. ama ya tutarsa? o vakit işte kimseye bağışlamaya niyetim
yok. yiyeceğim çatır çatır. niye bilmem şimdi durduk yerde ve tam dokuz sene
sonra bu mahalleyi sevdiğimi net olarak söyleyebilirim artık. ayrılamayız biz.
gerçi o eski, bilindik, rating rekorlu dizilerdeki mahalle-esnaf samimiyeti yok
belki aramızda ama yine de bir mahalle sıcaklığı, gizliden ferahlık veren bir
huzur, bir aidiyet duygusu hissettiriyor kendini derinden derine. her ne kadar
yirmi metrekareye iki süpermarket düşse de ve biz esnafı bırakıp genelde
bunlardan para puanlı alışverişler yapsakta, esnafımız bilindik, tanıdık yüzler
hep. sonra hitchok filmlerini anımsatan o küçük, kendine has, karanlık ve bazen
gizemli, bol güvercinli parkımız var. ocaktan henüz çıkmış ekmeğin kokusunun
buram buram sokağa yayıldığı fırınımız, eczamız, kuruyemişcimiz, şarküterimiz
ve artık evet şans oyunları bayimiz. dahası hâlâ istanbul beyfendi ve
hanfendilerimiz var. dokuz sene oldu ve ne yalan söyleyim güneşin ilk kez bu kadar cömert olduğu bu
bahar gününde ilk kez adam gibi sevdim mahallemizi. ama sonrası n'olur onu bilemem!
.