kalabalığa, istanbul'a ve soğuğa karışmak uzun zaman sonra hiç tahmin etmediğim ölçüde keyifliydi. bir süre kalabalığın o cazibeli akışına bıraktım kendimi. umarsız, kaygısız, kimsesiz yalnızca kendimleydim! kalabalık nereye giderse ben de oraya sürükleniyordum. sonra bay c.yi kıskandıracak şekilde güzel kadınları takip ettim. cevahir alışveriş merkezine götürdüler beni. karnımın acıktığını anlamış olmalılar. hafta içi bir iş günündeki insanların kalabalığına değil de açlığına ve iştahına bir kez daha hayran oldum. onları izledim belki benim de iştahım açılır diye. ama nafile.. iki saatte bitiremediğim menü tabağını bir türlü alamayan garson bana ayar oldu ama kravatıma ve siyah çantama saygısından bir şey diyemedi! sonra o hülyalı sarışın niye baktı ki öyle durduk yerde. o bakışın beni bu gece uyutmayacağını bilse yine bakar mıydı ki? bay c. olsa kesin sorardı bunu o'na. hatta bir punduna getirip öperdi bile. ama işte bay c. olmak o kadar kolay değil tahir olmak da.
sonra sıtmaya tutulmuş gibi bir titreme, bir üşüme, oturduğum büfenin televizyonundaki içli şarkı, haklarında karıncayla arı arasında hangi benzetmeyi kullanacağıma kararsız kaldığım devamlı hareket halindeki insanlar , rengarenk ışıklar, çatal bıçak seslerine karışan uğultuya karşın içimdeki ses yazmalısın dedi. duymazlıktan geldim önce. ısrar etti, yazmalısın. sonra...
sonrasını biliyorsun zaten. o güzel gözlü sarışın, bay c. , insomia ve ben.