kime sorsam çok dertli. berberi, pastanesi, bakkalı, manavı. oysa ben ısrarla küçük esnaf olma derdindeyim. sabah lüzumlu bir kaç malzeme için şehre indiğimde soluklandığım kahvecinin köşesindeki o küçük çikolata dükkanı azdırdı yine hayallerimi. ama n'olursa! belli bir tercihim yok bu şekilsiz esnaf muafiyeti için. şekerci, muhallebici yahut kahveci. tek şart ve tercihim mutlak köşe bir dükkan olması hacı. büyüklüğü mühim değil. şöyle kitaplardan, sinemadan ve biraz da müzikten konuşabileceğim bir kaç da müdavimi oldu mu dokunmayım keyfime. haa, sinema kitap konuşalım dediysek öyle diyalektikten, sanatsal kaygılardan dem vuracak entellektüelizmi kastetmiyorum. bildiğin düz, erdal bakkal muhabbetleri olacak. misal torbalı sadık bir vakit telaşla girecek içeri ki selam sabah vermeyi unutacak derecede ve heyecanla
"velam dün akşam bir danimarka filmi izledim, mutlaka izlemelisin , tam senlik" desin gözlerini belerterek, sonra ıssız fikret gelsin "
hacı bir kitap okudum , senin seveceğin cinsten, daha ilk sayfada sen geldin aklıma, bir gecede bitirmezsen fenerli olayım desin", grubun tek kadın üyesi cenovalı marya da ilk kez dinleyip beğendiği çatlak sesli ispanyol şarkıcıyı methetsin mesela bir akşamüstü. kışın kardan ve tipiden müdavimler dükkana gelemediğinde dışarıda tek tük hareket eden insanları izleyim, haklarında hikayeler uydurayım, bazen yağan yağmurun türküsünü dinleyim cam kenarında. şansım yaver gidip de aklıma üşüşen bir kaç cümle olursa onları da piti kareli defterime yazayım. bahar geldiğinde de dışarıya bir kaç masa-sandalye atıp kasabın kedileriyle güneşleneyim istiyorum.
böyle basit şeyler işte...
..
.