saat on beş elli beş. "ne bok yiyorum lan ben burda" dediğim ofisin camından dışarıyı izliyorum, kah burçak bisküvi yiyorum kah çay içiyorum ve bu satırları yazıyorum. muhtemelen bir hafta sonra yeni işyerimin yeni ofisinde aynı haltı yiyeceğim. değişen bir şey olmayacağını bilmek en kötüsü belki de. iş hayatı böyle işte sevgilim, sevinmediğim noktadayım. kimine göre sıfır, kimine ise zirve. içinde birlikte olmak istemediğin adamlarla aynı otobüste, her daim kusmak üzere ve sanki bir hapishanedeymişçesine hissettiğin çok uzun bir yolun yolcusu olmak gibi bu işler.
bilirsin.
değiştirebileceğin tek şey koltuğundur zaten. ve bazen cam kenarı gelir, bazen rahat bir koltuk ama aynı sıkıcı otobüstesindir en nihayetinde. inemezsin. zorundalık zor. zincirleri kırmak hepsinden zor. üstüne yaşlılık her şeyden daha çok!
eskiden ve ilk evvela kimi ci-es-em şirketleri ile bazı bankalar kutlardı yaşlanmamı. şimdi ise bir iki blog dostu. bir arkadaşım çok güzel şarkı ekstralı, içten bir mektup yazmış. diğeri telefon etti. aram olmasa da bu tip özel günlerle itiraf etmeliyim hoşuma gitti. unutmazsam belki ben de onların yaş aldıkları günü tebrik ederim en samimi iyi ki doğdunlarımla. unutursam da mazur görürler beni. iyi dostlardır çünkü onlar.
ama şimdi dizlerimin bilek bağlantı yolları ağrıyor. dün gece de uyruk yolları. dedim yaşlılık böyle bir şey olsa gerek. ama kendimi çok genç hissediyorum hala. öyle ki babamın ilk kez baba olduğu yaşta hissediyorum. ne var ki son kez baba olduğu yaştayım sevgilim. bu bana biraz hüzün veriyor. hayır yaşlanmak değil, babamı özlemek. benim babam adam gibi adamdı çünkü. beni çok severdi. ben de onu. pişman değilim özlüyorum sadece, hepsi bu.
nerden geldim bu noktaya şimdi. ahçıların da işi zor tabi. soğan soyarken bilhassa.
ama işte meslek hastalığı denen bir şey de var. mause ve klavyeye dengesiz yüklenmekten. sağ kol omuz bölgesi iflas etmek üzere. tedbiri aldım kendimce. mause sol tarafa alındı, imleç de ona göre ayarlandı. çolak bloggerım gün itibariyle. kolay olmuyor elbet. lakin hayat zor, vapurlar da tuhaf zaten. her iki tarafın ağrıları eşitlenince başka bir formül düşüneceğim artık.
evet.
böyle işte.
best regards.
bir istanbul kasımı, açık az bulutlu 18 C
.
jehan barbur - gidersen
.
beklemek
-
metro istasyonunun serin, derin ve loş ışığında gelecek treni bekliyoruz.
biraz uykulu. biraz düşünceli. biraz yalnız. ömrümüz diyorum zaten hep bir
şeyle...