pazar günleri radyo eksen'in coştuğunu söylemiş miydim? evet söylemiştim. ama işte her seferinde yazasım, yazdıkça dinleyesim geliyor. az önce geldim dışarıdan. dışarısı dediğim market. üçüncü günde mecburen çıktım temel ihtiyaçlar için. aslında seviyorum market alışverişlerini. belki de yeryüzünde mecbur olup da yaptığım tek güzel şey bu market alışverişleri. bakmayın siz jonas'e söylettiğim "hayat cumartesi alışverişlerinden daha fazlasıdır" sözüne. biliyorsunuz istisnalar kaideyi bozmaz. hem bugün pazar.
hani merak ediyorum mecburiyetler olmasa dışarı çıkmadan kaç gün kalabilirim evde. bir gün deneyeceğim bunu. ama şimdi değil. evet kar güzel, çok güzel. her taraf büyülü beyazlığa bürünüyor en başta. böyle havalarda karla oynamak hatta o beyaz örtüde yuvarlanmak, soğuğun ve o küçük beyaz taneciklerin insanın yüzüne yüzüne vurması çok güzel. fakat ben en çok yarı donmuş kar kümeleri üzerinde yürürken kırt kırt çıkan o sesi seviyorum. sonra ayazı içime çekmeyi. neden bilmem hem bedenimi hem ruhumu temizlenmiş hissediyorum işte o zamanlar.
.
markette elmaların en kurtlularını seçtim. öyle demişti çünkü habertürk'te bi profesör. aslında boşuna kürek salladığımı, batmak üzere olan gemideki suyu kaşıkla boşaltmaktan öte bir şey yapmadığımın farkındayım. lakin hoşuma gidiyor bunu yapmak. benim için farklı, yeni bir şey çünkü. yıllardır elimin tersi ile ittiğim kurtlu hatta çürük elmaları ayıklıyorum şimdi. bunu düşünürken sanki bir film aklıma gelecekmiş gibi hissettim ama gelmedi. iyi bir senarist ve yönetmen buradan bir film çıkarabilir diye düşündüm sonra. ve kendimi haklı çıkardım dün. iki film izledim. altan erkekli çok iyiydi birinde. öteki bilim kurguydu. pek sevmedim. belki seveni beğeneni çıkar diye adını vermeyeceğim şimdi bilim kurgunun. gereksiz ön yargılara yol açmayalım durduk yerde.
.
ve fil dişi karası nihayet bitti. öyküseverlere tavsiye edebileceğim okunası bir kitap. şimdi tutunamayanlara bir kez daha tutunmaya çalışsam mı yoksa ne zamandır beklettiğim gündökümü'ne mi başlasam diye düşünüyorum. ilginçtir bu havalar tıpkı bir şurup gibi okuma iştahını açıyor insanın. bir kedi gibi kaloriferin peteğine sığınıp saatlerce okuyabiliyormuş insan. hepsi ayrı keyif. muhteşem müziklerin yankılarıyla adeta dans eden pencerenin kenarında sıcak çay elinde dışarıyı izlemek de. yaşama sevinci diyor kimileri buna. ama öyle bir an geliyor ki pırıl pırıl güneşli bir havada aniden çıkan fırtına gibi tıkanıyor, tükeniyor işte her şey. o sebepsiz boşluk hissi yok mu? işte o bitiriyor adamı. ama kar çok güzel yağıyor. en azından karlar eriyene kadar uzak tutabilirim bunu kendimden. ve gelirken düşündüm. kuzey ülkelerindeki gibi aylarca yağsa, yerlerden kalkmasa bu beyaz mucize o zaman da böyle sıkılır mıydım acaba? sanırım evet.
.
nazan öncel - gitme kal bu şehirde
.
beklemek
-
metro istasyonunun serin, derin ve loş ışığında gelecek treni bekliyoruz.
biraz uykulu. biraz düşünceli. biraz yalnız. ömrümüz diyorum zaten hep bir
şeyle...