gdo'lu hafızalar - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

gdo'lu hafızalar

sabaha karşı uykumda kayahan'ın bir garip serçesini seslendirmeye daha doğrusu sözlerini hatırlamaya çalışıyorum. niye bilmem. acayip kasmışım kendimi.. en sevdiğim bölümü yandı mı bu postaneler yıkıldı mı yoksa... orayı hatırlıyorum hatta bir ara orayı da karıştırdım. ölüm kalım meselesi sanki. bulmam lazım, söylemem lazım.. ama kime niye bilmiyorum...önünü arkasını karıştırdım tabiri caizse güzelim şarkıyı piç ettim. ve sonra uyandım bin pişmanlıkla...
yüzümü yıkamadan açtım bilgisayarı tüm şarkıyı ezberledim.
şimdi kah gazeteden kah internetten sörf yapıyorum haberler arasında. ama kulağım radyomuz eksenimizde her daim. sevdiğim şarkılar çıkıyor. bazen ilk defa duyduğum. hemen not alıyorum ares'ten bilgisayarıma hüpletmek için. aha işte bak chris de burgh-traveller diyor... daha önce de söylemiştim pazar sabahları radyo eksen bir başka çılgın atıyor. müzikle aşağıdan yukarıdan ilgiliyim diyenler bir göz atıp kulak kabartsınlar derim başka da bişi demem.
radikal'in bilişim duayeni serdar kuzuloğlu avrupada özellikle isveç'te ses getiren hatta ab parlementosuna da giren korsan parti'nin türkiye versiyonu için harekete geçmiş. koşulsuz kamerasız destekliyorum bu açılımı.... amaç sadece paylaşmak...
hey gidi!.. bir zamanlar radyo-kasetçalar eşliğinde kasete kayıt yaptığımız günler aklıma geldi bak şimdi. kayıta basıp harici ses almasın diye odayı karantiya alıp aile mesclisinden kimseyi içeri almadığımız günleri. bu hafıza denen şey manyak bir şey... güzel de bi şey ama...

sonra agassi'nin open kitabı ve sansasyonel yankıları.... beni o günlere götürüyor. nasıl bir beyaz gölge,kuliç ve ismini hatırlamadığım kurbanlık koç, basketbolu bir nebze sevdirdiyse bize pazar öğleden sonraları da tek kanallı devlet televizyonundan wimbıldınlarla, amerika açıklarla bu adamlar ve kadınlar (navratilovalar,grafflar vs) tenise hayran olmasak da sempatik yaklaşmamıza neden oldular. ama neden bilmem agassiler, boris beckerlar kupaları ve paraları götürürken amerikalı jonh mc enreo'yu tutardım ben. sanırım telaffuzundan olsa gerek. ve belki de korttaki aykırı hareketlerinden bilemiyorum. ama telaffuz daha ağır basıyor sanki. sizce de güzel değil mi allahaşkına? bakar mısınız güzelliğe con makenro. bir vili vanderkerkof, bir pakolorente, bir armando diego maradona, huan pablo montoya, deportivo la korunya, niuv kesıl yunaytıt kıvraklığında ve yumuşaklığında. sırf bu ağızda yayılan ve lezzet bırakan isimleri için taraftarı olduğum kişi veya klupler olmuştur geçmişimde. ama hep kazanana, devamlı şampiyon olana daha o zamanlar bir antipatim vardı. belki hep "lozır" olmaktan ileri gelen bir duygu bilemiyorum. hakeza formula bir de michael schumacher rekor üstüne rekor kırarken ona kafa tutan deli kolombiyalı hp montoya'yı sevdiğim gibi. ya da millet kerim abdülcabbar, los encılıs leykırs derken sırf attığı üçlükler için lery bird ve bastın seltiksi tutardım misal yine seltiks leykırsa kaybetse de hep.

şimdi de hıncal uluç'un erkek versiyonu ayşe arman'ın scarlett johansonnumuz ile röportaj yaptığı başlığa ilişiyor gözümüz. evet scarlett'ı da çok ama çok hatta oya-bora'nın dünyayı sevmesi gibi sevdik. hem de monica'dan, sandra'dan, julia'dan çok. ama işte ilk vurgunumuz tabiki charlie'nin meleklerine idi eskiden çok eskiden. özellikle de farah fawcett'ımız vardı. tatlı cadı samantha'mız küçük evin büyük kızı laura'mız. akabinde komiser kolombo, görevimiz tehlike, kara şimşek "maykıl nayt", 25.yüzyıl "bak racırs" ve tabi ki uzay bindokuzyüzdoksandokuz ve kaptan "körk"ümüz.
hep ayşe arman scarlett buluşmasından arta kalanlar bunlar şimdi yalan yok.
hafıza bu işte. gönül gibi. oto da konuyor boka da.
ama her şeye rağmen seviyoruz bu içi turşu dolu fıçıcığı!

ve şimdi birleşime bir süre ara veriyoruz...
%$?*^#&