tuhaf olan belki de önceki gün suya kıyısı olan herhangi bir yerde
pansiyon işletmeye karar verip ya da bir gün sonra yazarlık denemeleri
için şehirden kaçmayı hayal ederken gördüğüm izlediğim filmdeki bir sahnenin dünyanın en
vazgeçilmezi olarak oturmasıydı beynime ve yüreğime. herkese nasıl olur
bilmem ama böyle tuhaf şeyler hep benim başıma gelir, sadece ben
düşünürüm sanırım bazen. ortada ne deniz ne göl ne de bayılası bir
manzara vardı. öyle sıradan bir ev, iki ağaç, üç de saksı içinde çiçek.
ama nasıl olduysa izlediğim filmin içinde o sahnede olmak istedim
birden. nasıl anlatayım, istemek ama her şeyden çok. bilmiyorum belki
dün öğle sonrası iş dönüşünde kafamdaki tilkilerle güreşirken kendime
sorduğum şu an seni mutlu kılacak ne olabilir
sorusuna cevap veremeyişimin bir uzantısı olabilir bu durum. belki de
değil. lakin işte o an için dünyanın en huzurlu, en güvenli yerinin o
basit yer olduğunu düşündüm. hatta filmin içinde olayım ve film hiç
bitmesin istedim o vakit. evet.
beklemek
-
metro istasyonunun serin, derin ve loş ışığında gelecek treni bekliyoruz.
biraz uykulu. biraz düşünceli. biraz yalnız. ömrümüz diyorum zaten hep bir
şeyle...
eternal sunshine of the spotless mind (2004)
-
mevsim kış. önümüz yılbaşı. onun ardı sevgililer günü malum. netflix mi çok
inceci, yoksa ben mi çok komplo teoriciyim? bilemedim. elimi dokunduğum
yerde y...