doksanaltınoktaikiyi de çok seviyorum yüznoktaaltıyı da lakin son tahlilde joy fm derim.
sezen aksu'nun da candan erçetin'nin de ayrı hastasıyım. ama sezen baştacım, vazgeçemem.
ayfer
tunç mu yusuf atılgan mı dediler. atılgan, aylak adam gibi hayatımın
kitabını yazmasına rağmen sanki her hikayesinde beni yazan ayfer tunç derim hiç çekinmeden.
bir
yanda lost öte yanda prison break? bir ay önce olsa belki 4.5 sezonunu
izlediğim lost derdim amma sezon 2'nin yarısında olduğum prison break diyorum. sara tancredi kate austen tercihinde sara tercihimin bu seçimle ilgisi yok tabi.
türk sineması deyince iki film aklıma gelir. yavuz turgul'un eşkiyası, demirkubuz'un masumiyet'i.
ama masumiyet film değil başka bir şey!
istanbul'u
da çok sevdim izmir'i de. ama istanbul başka. her türlü "kahpeliğine"
karşın bırakılıp gidilemeyen bir sevgili gibi. of course istanbul.
uzayan
yollara inanıp trenle kısa-uzun seyahatlerin müptelası oldum lakin
püfür püfür esen yan kenarı, iyot kokusu ile simit arsızı martıların
eşlik etiği şehir hatları vapuru bambaşka.
eyvallah scarlett johanson blog tamlamalarımızın vazgeçilmezi oldu hep. lakin sandra bullock ilk göz ağrımız, her şeyimiz. öte taraftan robert
de niro, al pacino tercihimde aslında öyle bariz bir ayrım yok. burun
farkı ya da foto finishle daha çok içgüdüsel tercihle robert de niro diyorum. belki de o muhteşem filmde pacino, robert abiyi vurmayacaktı. kendi kaybetti!
.
deniz seki - bu senin seçimin
beklemek
-
metro istasyonunun serin, derin ve loş ışığında gelecek treni bekliyoruz.
biraz uykulu. biraz düşünceli. biraz yalnız. ömrümüz diyorum zaten hep bir
şeyle...