balkonum beni yıka diye bağırıyor. bir arı konacak çiçek arıyor bacağımda. o çiçek ben değilim diyorum. anlamıyor hayvan. öteki bacağıma sırnaşıyor. yukarıdaki ısı ve ışık kaynağımız ise özlediğimiz bahar güneşinin bir tık üstünde. rüzgar biraz estiğinde üşüyorum. durduğunda yanıyorum. öyle dengesizim. o yüzden son yağmurlarda arka balkona kaldırdığım şemsiyemi oflayarak çıkarıp yeniden kurdum. aynı yağmurda söktüğüm balkonun sineklik kapısını da yeniden taktım. aslında ne yaptığımı ben de bilmiyorum tam anlamıyla. yüksekçe bir yere çıkıp nasıl ineceğini kestiremeyen kedi yavrusu gibiyim bir kaç zamandır. kurtuluş reçetem hem acı hem genetiğime, varsayılan ayarlarıma ters. adımımı attığım her yerde bir ikilemim, bitmez dilemmalarım var. nereye koyacağımı bilemeyip şarkılarıma katık ettiğim eser miktarda hüzünlerim bir de. annemin sadece bir mevzu için kaderin bu oğlum senin dediği alın çizgim aslında hayatımın özeti. hem benim. hem babamın. oysa böyle güzel bir ekim günü konuşulacak şeyler değil bunlar. ama işte şairin dediği gibi; aynı gün ölen sevdiklerimizi aynı gün yıkar, aynı gün gömeriz biz ibrahim. sanki bir an evvel kurtulmak ister gibi. kabul hayat adil değil. ama kime oldu ki? benim çevremde hayatın adil olduğu kimseyi görmedim mesela. ya çevrem çok dar. ya da hayat gerçekten hiç adil değil. hani diyorlar ya sevdiğiniz şeyleri yapın, küçük şeylerle mutlu olmayı becerin falan. işte o zaman beni bir gülmek tutuyor ki kimse durduramıyor. herkes birbirini kandırıyor. en başta da kendini. sanki dünya durmuş da etrafında biz dönüyoruz 7/24 ve canhıraş. insanlık olarak nasıl bir akıl tutulması yaşadığımızı, bunun yerçekimsel karşılığını tam olarak bilmiyorum. ama bunun iyi bir şey olmadığını biliyorum. belki içten içe beni rahatsız eden budur. belki başka şeydir. dedim ya böyle güneşli bir ekim öğleden sonrası konuşulacak konular değil bunlar. ben en iyisi balkonumu yıkayayım ibrahim…