bazen değil hep böyle oluyor. ne vakit enseyi karartsam, içimin yangınları yayılarak büyüse ve yusuf’un kuyusuna uzun uzun baksam. zarifoğlu’nu ve melike şahin’i yanıma alırım.
aslında ne tuhaf değil mi?
muhatapları bilse çok şaşırırdı eminim.
hayır hayır! bambaşka kulvarlarda ve ideolojide olan -ki biri rahmetli- iki insanı bir araya getirdiğime değil. ikisinin birlikte yarama merhem olmasına şaşırırlardı sanırım.
birinin kelimeleri. diğerinin billur sesi.
böyle yönümü kaybettiğim vakitlerde
zarifoğlu’ndan bir kaç paragraf okurum. ve yalnızca melike şahin dinlerim. o seste çünkü bir şey var beni hipnotize eden. çözemedim daha. zarifoğlu zaten adı üstünde zarif bir adam. her cümlesi, her bir kelimesi ayrı derinlikte. bazı sabahlar bir duayı mırıldanır gibi rastgele birkaç cümlesini okurum. garip bir huzur bulurum. aynı hissi diyorum; melike şahin’in sesinde yaşarım.
garip. tuhaf. sevinilesi.
bir yazar. bir solist. yolunu şaşırmış bir fani.
sarı haziranın küpeştesine tutunmuş, bir tutam yaz yeli bekleyen kumrular gibiler.
dalgın. şaşkın. umutlu.
.