hafızam sanki ellerimden daha iyi fotoğraf çekiyor ibrahim. bir günde üç ayrı mekanda, üç ayrı unutulmaz kareyle döndüm eve.
havaalanında; labirent gibi dolandırılmış pasaport sırasında bembeyaz saçları ve her daim gülen yüzüyle bir adam herkesin aksine, sırıtarak ve adeta michael jackson moon walk' uyla geri geri gidiyor, önünde kızı olduğunu tahmin ettiğim pembeli genç kız da gülerek ona doğru yürüyordu. o an için, havaalanının ve hatta dünyanın en mutlu insanı olduklarına yemin edebilirdim. ama kanıtlayamazdım.
.
metroda; on bir on iki yaşlarında bir delikanlı. elindeki kitabı annesinin kucağına bırakıp bütün masumluğuyla başını kıvırcık saçlı, kırmızı montlu annesinin omzuna bıraktı usulca. esmer kadın, yarım bir gülümseme ama tüm dünyanın şefkatiyle ve sağ avucunun sırtıyla oğlunun yanağını okşadı. bir süre öyle kaldılar. abidin’in mutluluk tablosu gibiydiler..
.
.
sahilde; yaklaşık yetmişlerinde iki olgun insan. el ele, boğazdan geçip giden kuru yük gemileri gibi ağır ağır ilerlerken beyaz saçlı, kahverengi pantalonlu teyzem birden durup denizden yana döndü ve işaret parmağı ile kınaalıada taraflarında bir şeyi gösterdi. amcam önce işaret parmağının yönünü izledi sonra teyzemden tarafa dönüp kısa bir süre gözlerinin içine bakıp sıkıca sarıldı. hiç bırakmayacak sandım. ama teyzem "herif millet bize bakıyor, sal artık beni" demiş olacak ki yavaşça tutunduğu dalı bıraktı. lakin suadiye kıvrımında kaybolana dek elini hiç bırakmadı.
.
.