70- huzur’suz - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

70- huzur’suz



artık anladım ki, tanpınar’ın 2015 kışından beri elimde sürünen huzur’unu tamamlayamayacağım ibrahim. evet, buna karar verdiğimde pazar günüydü. annemdeydim. iftara daha çok vardı. üst üste üç bölüm paradise izlemekten yorulmuştum. gündüz uyuyamıyordum. vakit bir türlü geçmek bilmiyordu. oysa yıllar, hayatlar geçiyordu. ve ben tam da bu vakitler için çantama huzur’u koymuştum. kaç ay önce bıraktığımı hatırlamadığım sayfayı üstünde galata kulesinin olduğu ayraç yardımıyla buldum. ihsan’ın hasta olduğu sayfalardı. hatırladım. usul usul okumaya başladım. lakin sonra nasıl oldu bilmem konu aniden bir yerden başka bir yere kaydı. canım sıkıldı. kitabı kapadım. paradise dizisinin 4.bölümünü açtım. anlamıştım. bu kitapla aramda bir çeşit kan uyuşmazlığı vardı. oysa yazarın diğer kitapları su gibi akmıştı. ama bu kitap iş çıkış saatinde halıcıoğlu zincirlikuyu arası gibiydi. akmıyordu. ezcümle; huzur'la barışamadım. böyle böyle huzursuz kaldım işte ibrahim. 
aslında bu ilk değildi. eski takipçiler de biliyor. blogun ilk gününden beri nasıl huzursuz olduğumu. ben zaten kendimi bildim bileli.. ..
üstüne huzursuz bacaklarım.
yeter mi?
yetmez.
öğrencilik yıllarında eskişehir'de kaldığım binanın ismi huzur apartmanı idi. sekiz kat, dörderden 32 daire. huzur var mıydı dersen nerdee. kim kaybetmiş biz bulalım. bulamadık. olaysız bir haftamız geçerse yöneticimiz asaf bey kurban kesiyordu. düşün artık halimizi ibrahim. dolayısı ile orada da bulamadım.
sonra pekcan vardı üniversite ikide. ben anadolu üniversitesi’nden, o sütçü imam üniversite'sinden yatay geçişle istanbul'a gelmiştik. bir vesileyle tanıştık. kaynaştık. bir gün yine buna dert yanarken oğlum dedi huzur islamda. peki dedim pekcan. 6 ay-bir sene pekcan'a takıldım. istanbul'un bütün camilerini dolaştık tek tek. sonra bunun amcasının bir tekkesi varmış fatih'te bir yerde. bir kaç ay da oralarda dolandık durduk derviş gibi. allah var yalan yok şimdi. biraz biraz toparladım. iyi hisseder gibi oldum. sonra.. sonra işte bir gün olric geldi. huzurum kalmadı fani dünyada. oysa 
beklediğimdi. olric'ti. adım gibi emindim. lakin hayatın gerçekleri vardı; sonunda hep amerikalılar ve bir de "kader" kazanırdı. yine öyle oldu. onlar kazandı. ben de okumaya ve yazmaya verdim kendimi. daha çok yazdım ama. yazmadığım zamanlar izledim. okudum. sonra işte çok geç tanıştığım sabahattin ali, ahmet hamdi tanpınar, orhan kemal, oğuz atay ve peyami safa'ya başladım. dan brown ve adam fawler'ı çok satanlar standında bıraktım. stefan zweig ile herman hesse'yi çok okunanlar rafında terk ettim. iki bin on beş kışında girdiğim ilk türbülansta tanpınar'ın huzur'una tutundum. hani dışımda, yanımda yöremde olursa belki içime de sirayet eder diye düşünmüştüm. biliyorum; ahmakça. nerden baksan tutarsızlık. nerden baksan ahmakça.
ama işte hiç unutmuyorum. 2015 kışıydı. ocaktı. işsizdim. kartal sahildeydim. ne b.k yiyeceğim lan ben şimdi diye düşünürken sanki beni kurtaracakmış gibi “bu kış dedim tanpınar okumalıyım.” çünkü çantamda henüz hiç dokunulmamış huzur vardı.. ama sonra..
sonra işte iki bin yirmi beş martına geldik. ve ben bu satırları yazdım. biliyorum, nerden baksan...

.
riley baron - pull the trigger