sanki her zamanki ekimden farklı bir zamandan geçiyoruz. serin ama üşütmeyen bir sabah. sabah sekizde araba 14 c diyor sıcaklığa. meteoroloji ne der bilmiyorum. ama bulutların markajında kalan güneş birazdan dünyaya hükmedecek belli. değişik bir koku, farklı bir tat var sanki bugün dünyada. sonbaharın kendine özgü kokusundan biraz uzak. nasıl desem, diyemiyorum. bugün bir tuhaf işte. uzak hayallere savurabilecek kadar tehlikeli bir hava. odamda öylece oturuyorum. sanki birinin gelip işe başla komutu vermesini bekliyorum. güneş gözümün içine giriyor. normalde rahatsız olurum. fakat kalkıp da perdeyi indirmiyorum. sağ avucunu çenemin altına dayamışım. ya da çenemi sağ avucuma yaslamışım. radyoda anlamını bilmediğim hafif bir müzik çalıyor. güneş gözümün içine giriyor. ani bir hareketle güneşliği aşağıya indirip vitesi yükseltiyorum. sonra önümdeki siyah audi’yi solluyorum. uçsuz bucaksız gri bir yol var önümde şimdi. ağaçsız, ekinsiz çorak tarlalar geçiyorum. tek tük arabalar. bazı yerlerde klişeler var. trafik tek şeritten kontrollü olarak sağlanıyor. her yerde trafik işaret ve işaretçileri var. sanki herkes yönümü kaybettiğimi biliyormuş gibi. sanki herkes bu netameli ekimi geçmiş, hayatın sırrına vakıf olmuş da bir ben geri kalmışım gibi. duvarlar konuşuyor. sürücüler dikkat diyor. otobanda diyor 120 km hız limitine uyunuz, kırmızı ışıklı tabela. bir noktadan sonra yalnızım. ne gelen var ne giden. rüzgar bile yok. ı am legend filmindeki will smith gibiyim. etrafta kimseler yok. otobandan bir türlü çıkamıyorum. hep aynı yerde dönüp duruyormuşum gibi bir his var içimde. artık eminim. kayboldum. sabahın onunda her yer karanlık. ama diyorum içimden sen olsaydın böyle çabuk yitip gitmezdim. yanımda olmadığın için kendime kızıyorum. tutukluyorum. yargılıyorum. tam kalemimi kırmak üzereyken bir el sağ omuzuma dokunuyor. yok artık. boş yolda kaza yapmaktan son anda kurtuluyorum. çünkü gülüşün hiç değişmemiş. sıcaklığın. şefkatin. sarılman. en mühimi de kokun. okyanus. nasıl oldu da daha önce hissemedin diye düşünürken. düşün öyle salağım. kaç vakit sonra seni bulmuşum ben neyi düşünüyorum. hesap ediyorum. cezam gecikmiyor elbet. hayal perilerini kızdırdım çünkü bu hareketimle. sonrasında acı acı çalan, hiç susmayan ofis telefonu. gözümü açıyorum güneş hala yüzümde. sağ avucum, sağ yanağıma kaymış. radyoda haberler başlamış. geri dönmek istiyorum. yeniden sana. o dakikaya. radyoda başka bir hafif müzik açıyorum. çenemi sağ avucuma dayıyorum. gözlerimi sımsıkı kapatıyorum. ama nafile. gözlerimi çok mu sıktım acaba ondan mı diyorum gidemiyorum. ya da radyoda ilk andaki müzik olmadığı için mi? güneş biraz daha sağa kaydığı için olmadı belki de. olmuyor. olmuyor. telefon konsantrasyonumu ve benliğimi yerle bir ediyor. üstelik bu yeni nesil sabit telefonlarda artık arayan da gözüküyor. acı acı çalmaya devam ediyor. arkamdaki kameraya bakıyorum konuşurken. üç numaralı patron. geçen haftanın raporlarıyla birlikte beni çağırıyor. acele etmiyorum. rapor klasörünü koltuğumun altına almadan evvel pencereye yanaşıyorum. ofisin perdesini yavaşça indirirken gülüşün geliyor gözümün önüne. güneşe son bir kez bakıp gülümsüyorum ben de.