ne yaptıysam olmadı. başaramadım. avuç avuç sularla mı yıkamadım, gözyaşıyla gider belki diye ağlamak için yurtta ve cihanda bulabileceğim en ağır dramaları mı izlemedim, baş ve işaret parmak uçlarıyla hafifçe tutup aşağı doğru esneterek çekmek mi dersin, en bi'güvendiğim insanlara üfletmek mi dersin yok olmadı. gözümdeki batma hissi geçmedi. neyse ki iş yeri hekimimiz ayağımıza geldi. koşa koşa ona gittim.
"doktor doktor baksana gözüme kirpik mi batıyor yoksa başka bir şey mi? iki gündür sağ sinyali takılmış murat 124 gibi dolanıyorum ortalıkta" dedim.
doktor yavaşça cebindeki cep telefonunu çıkardı ve 61.dakikada şov yapan trabzonspor taraftarı gibi telefonun fenerini açıp bir sağa bir sola salladı. sonra da ameliyat yapıyormuş gibi bir ciddiyetle sağ gözümü inceledi. inceledi. inceledi. her zamankinin aksine anlamını bilmediğim ama telaffuzuna hasta olduğum latince kelimeler yerine ünlemler kullandı bu kez. istiklal caddesi kafelerindeki falcıların tadında; hıı, ooo, hım, hımmm diyerek dört kez gizli niyet belirtti. dayanamadım. sordum.
"n'olmuş doktor? bu hım hımların bir türkçe meali var mı acaba?"
"görünen belirgin bir şey yok ama kızarıklık var gözde. damla yazacağım onu kullanırsan toparlarsın bir kaç güne."
heyhat. dün üçüncü gündü. toparlamadı. telaşla annemi aradım ben de iftara çeyrek kala. zaten ağlarsa anam ağlardı, gerisi yalan ağlardı.
"anne dedim sen eski topraksın. bu bilimin benim gözüme ışık tutacağı yok. 4 gündür ölüyorum gözüme bir şey batıyor hissi. geçmiyor gitmiyor. damlalar, sular, kirpik çekiştirmeler geçirmedi ne dersin?"
annem teşhisi oracıkta koydu.
-nazar var oğlum sende, nazar. atla gel hemen kurşun döktürelim sana sabiha teyzenle.
anne dedim yemezler.
"bu korona günlerinde riske atamam seni. tamam ben de seni çok özledim ama bak ne diyor uzmanlar sabredin biraz daha. hem kurşun dökmek mi kalmış bu çağda. kurşunsuz, motorinsiz olmuyor mu bu işler?”
-tamam o zaman nazar duasını okuyayım sana ama onun için de burada olman lazım.
"yapma anacım. yapma! gıyabında olmuyor mu bu işler. bir fotoğrafımı bul oku işte olmaz mı?"
-ha cüzdanımda bir fotoğrafın olacaktı.
"sakın, sakın. anne o lise üç fotoğrafım. en şapşik, en bi hazmettiğim, en bir baltaya sap olamayacak fotoğrafım. olacağı varsa da olmaz o duanın ben sana söyleyeyim. "
-hah şeyh-ül islam kesildin şimdi de başımıza. yok başka maşka fotoğraf okuyorum. hadi allah şifa versin diyerek kesti attı yılların annemi.
amin.
dedim ama kesmedi. ablama gittim. gittim dedimse görüntülü aradım. mutfaktaymış. pilav pişirmiş. içine inşallah bir şey düşürmedin dedim bir an için gözümün ağrısını unutup sırıtarak. hadi oradan gevşek. boş konuşma da niye aradın onu söyle. sen böyle sık sık aramazsın daha üç gün evvel konuştuk. hangi dağında kurt öldü yine?
abla dedim sorma benim bilime ve kocakarı ilaçlarına inancım kalmadı. olayı baştan sonra anlattım. her ne kadar sen de tıp bilim tedrisatında iki sene dirsek çürütsen de ben senin alternatif tıp merakına güveniyorum yok mudur bunun bir hal çarası? ha zerdeçal, zencefil, dul avrat otu, çoban çökerten, civan perçemi bitkilerinden bir karışım falan.
sen bilirsin?
var dedi ve ekledi.
öncelikle şu ecnebi dizilerini üst üste beş bölüm izlemeyi bırakacaksın, uykuna dikkat edeceksin ve o koca gözlerini ellerinle ovuşturmayı bırakacaksın. işte kesin çözüm bu.
ama abla ya sen yangının neden çıktığını söylüyorsun. bana söndürmek için bir araç gereç, bir helikopter, bir arazöz lazım.
o zaman doktorun verdiği damlaya biraz daha devam et.
anladım abla.
anladım deyip tam teçhizatlı sağlıkçı kardeşimi aradım bu zor ve yoğun günlerinde. normalde telefonumu zor açan adam haliyle ısrarlı ve dokuzuncu arayışımda açtı ancak. elbette kısa kesti. her zamanki gibi büyütüyorsun. gereksiz evham yapıyorsun dedi zevzek zevzek. hekiminin sözünü dinleyeceksin. iyileşince geçecek dedi adi herif bir de kahkaha atarak. hışımla kapattım telefonu suratına.
dostça ayrıldığımız eski sevgilim ece'yi aradım son çare. çünkü babası köklü bir üniversitenin göz hastalıkları ana bilim dalı başkanıydı eskiden. yaz tatillerinde babasının yanında takılırmış. hani dedim belki.
yine dostça açtı telefonu. ben de hal hatır faslından sonra konuyu açtım münasip bir dille ve tüm bu trafiği kronolojik sıraya göre anlattım.
-annen haklı. ablan da ve kardeşin de.
anlamadım ece?
-neyini anlayamayacaksın mithad hepsi haklı işte.
hayır sen benim eski sevgilim misin yoksa nasreddin hoca mısın onu anlamadım.
biri nazar dedi, öteki dizilerden uzak dur dedi, beri ki zaten hiç ciddiye almadı. nasıl haklı olabilir hepsi?
ikna kabiliyeti yüksekti eski sevgilimin. psikolojinin, sosyolojinin ve siyaset biliminin değişik organizasyonlarından gem diplomalı hem de sertifikalıydı. beni bu söylediklerine inandırması, altını çürütülmesi zor delillerle doldurması beş dakikasını almadı. ama asıl arama sebebimi unutturamadı.
tamam da ece, onlar haklı olabilir. hatta nasreddin hoca da haklı olabilir. ama peki ya sen?
sen ne diyorsun gözümdeki bu atraksiyona?
git bir çay demle, ama zaten kesin demlenmiş çayın vardır senin bu saatte.
var da ne tür bir şaka şimdi bu. nasreddin hoca olayını geçtik sanıyordum.
bi'dinle be adam, bir dinle.
demlikteki çaya daha doğrusu bayatlamaya ve soğumaya yüz tutmuş çaya bir tutam pamuğu çay tanelerini de alacak şekilde batırıp ağrıyan gözünün üstünde tut bir süre. günde bir kaç defa yapabilirsin bunu. sonucu da yarın bana bildir.
hepsi bu kadar mı?
bu kadar. hadi geçmiş olsun dedi.
..
03 mayıs pazar saat; 06:25
ve geçti.. geçti valla.
ama hangisi işe yaradı hala şüphelerim var.
.
sezen aksu - gözlerine göz değmiş
beklemek
-
metro istasyonunun serin, derin ve loş ışığında gelecek treni bekliyoruz.
biraz uykulu. biraz düşünceli. biraz yalnız. ömrümüz diyorum zaten hep bir
şeyle...