balkon konuşmaları - v7.8 - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

balkon konuşmaları - v7.8


- yaz sabahlarının diyorum bu sakinliğini ve serinliğini seviyorum. sessizliği sadece bıcır bıcır öten serçelerin bozmasını. balkonda öylece oturup ve gözlerimi kapatıp sadece istanbul’u değil, tüm dünyayı dinlemeyi. sonra hayaller kurabilmeyi çok seviyorum. az önce yine, yeniden sevdim.
.
- oysa güneşin balkonumu selamlamasına daha iki saat var. ben biten inşaatın kabasına bakıyorum afedersin. hatta biraz üşüyorum. biraz ahmet kaya dinliyorum. ama aralarında bir bağlantı kuramıyorum. ayağa kalkıp sokağa bakıyorum. tam apartmanımızın dibinde dün sabahki lacivert takımlı abi, robotik hareketlerle tempolu ama öyle ciddi yürüyor ki gülesim geldi. hem allah, hem o affetsin güldüm de biraz. fakat öyle dalga geçer gibi değil de hani tatlı bir gülümseme, hoş bir sada gibi.
.
- kartondan küçük, ipli bir çantam var. yıllar önce bir doğum günümde içine hediyeler koymuştun hani. her sabah o çantayla çıkıyorum balkona. içinde zarifoğlu’dan yaşamak, tezer hanım’dan kalanlar ve tanpınar’dan huzur kitapları. her seferinde. birer cümle onlardan. iki hatıra senden. sonra işte yüzümü gökyüzüne çeviriyorum. 
.
- 'hani benim gençliğim' diyor derinlerden hüzünlü bir ses. ürperiyorum. ama bildiğin üşüyorum. güneş hala yok ortalıkta. tanıdığım, bildiğim ilk balkonumuz geliyor gözümün önüne. yüksek giriş dairemizin  bahçeye bakan penceresinin önünde. ama evden direk çıkamıyoruz balkona. dış kapıdan dolaşıp ulaşabiliyoruz. dışarıdan gelen herhangi biri de beş basamaklı merdiveni çıkıp pekâlâ oturabilir balkonda. fakat bizim pencerenin kıta sahanlığında olduğu için sadece biz kullanıyoruz. bazen çaya gelen hafız’ın babası ve annesi o kadar. şimdi işte o balkonda; annemle babam oturuyor. ben yokum, abim de yok, ablam da. hafız’ın anne babası zaten yok. hiç bir vakit oradan ayrılmayan tembel kedimiz sarı bile yok. sadece elinde sigara, oldukça düşünceli babam. yanında ağlamaklı annem. orada olmadığım için soramıyorum. niye böyle üzgünsünüz? ne oldu diyemiyorum. sonra uyanıyorum. üşümüşüm. çok üşümüşüm.
.
- saat dokuz buçuğa gelirken, güneş yine gözükmezken ve polenlerin sayısı giderek artarken zarifoğlu’nun o meşhum sorusu gelip takılıyor zihnime yeniden; “yazarak, hayattan eksiklerimizi, ihtiyaçlarımızı mı kapatmaya çalışıyoruz?”
öyle mi gerçekten?
bilemiyorum sevgilim. bilemiyorum..
.
- yan komşum hulusi bey. emekli hariciyeci kendisi. benim gibi uykusuzun teki. balkonu kapalı ama penceresi açık. bir buçuk saatte sanırım bu yedinci telefon konuşması. hiç sıkılmadan bu kadar saat konuşması ilginç. hem sıkılırım, hem yorulurum ben. ama ve kim bilir belki o da hayattaki eksiklerini konuşarak kapatmaya çalışıyordur?
.
- kalkmaya yakın, hatta tam kalkarken muhteşem bir sürprizle karşılaştım hepi topu üç buçuk metre kare balkonumda. sanki ne vakittir görmediğim, göremediğim yar çok uzaklardan beni ziyarete gelmiş gibi oldum. öyle sevindim. öyle çok.
gökte bir karartı gördüm önce, uzaklarda, epey uzakta bir kuş yumağı sanki.
yaklaştıkça anladım, güneye indikçe sevindim. bir sürü leylek, daireler çize çize geliyordu bana doğru. telefonu bir kenara attım. içeri koştum. fotoğraf makinemi aldım. sanki yılardır görmediğim sevgiliyi bir anda karşımda bulmuş gibi. aceleyle, heyecandan ellerim titreye titreye çektim bir kaç poz. sonra makineyi bırakıp yüksek binaların ardında gözden kaybolana dek onların bu muhteşem ayinini izledim. bir küfür gibi göğe yükselen bu kasvetli ve ucube binaları başımıza musallat edenlere ve buna müsaade eden biz insancıklara çok kızdım. çok içerledim. bildiğin gibi değil.
.
ahmet kaya - hep sonradan