- yazacak bir şeyler bulamayınca yahut yazmak istemediğimde yıllanmış albümleri karıştırır gibi eski yazılarımı okuyorum. az evvel, bir dönem başlattığım balkon konuşmaları serisine rastladım. pek çok seri gibi onu da öksüz bırakmışım. ağustostan rol çalan bu sarsak mayıs cumartesisinde seriye devam kararı aldım. çünkü hayat tuhaf, balkonlar falan.
.
- doğrusu bu ya üşendim bu sabah. her zaman eğlenerek ve çiçeklerle hasbihal eden yurdum insanı gibi ben de onunla konuşarak yıkadığım balkonu bugün yalnızca ve sessizce süpürdüm. sonra da sokağımızın ıssızlığına uyarak sessizce oturdum rejisör koltuğuma. o bir şey demedi. ben “motor” dedim. karşı inşaatın vinci hareketlendi.
.
- şimdi işte, balkonun güneş almayan yarısındayım bu kez. inşaatçılar öğle paydosunda. duyduğum tek ses no blues’a ait. bir de arada üstümden homurtuyla geçen tek tük uçaklar. sokaklar mı bize alıştı yoksa biz mi böyle ıssız sokaklara? ya da gerçekten alıştık mı?
.
- o kadar insan bizi neyin tuttuğunu bildiğimiz ama ve aslında bilmediğimiz de bir sepetin içinde mahsur kalmışız gibi. hareket alanımız kısıtlı. kim, ne zaman kurtaracak bizi? ya da kurtulacak mıyız? bu oyun bozulur mu? kurtar bizi tatar ramazan!
.
turgut uyar diyorum gerçekten büyük şair. yıllar evvel dört bir yanımızın bu soğuk ve gri beton kütleleriyle sarılacağını anlamış olmalı ki; göğe bakalım demiş. göğe bakalım. şimdi işte sağım-solum-önüm-arkam-saklanmayan ve saklanan her şey beton, pireler berber, develer tellal iken, sokağa zaten çıkamazken, esecek bir rutam rüzgara muhtaçken kafamızı göğe kaldıralım. kendi kendimize konuşur gibi mırıldanalım. içimizden ve hatta dışımızdan soralım; ey güzel bulutlar ve aşık olduğum kuşlar nereye gidiyorsunuz böyle, nereye?
.
- eskiden, çok eskiden dizi önerirdi insanlar birbirine. itiraf ediyorum; gençliğimde ben de hem yüzsüzlük hem tembellik eder krize girerdim. bana bir dizi önerenin kırk sezon kölesi falan olurdum. şimdi ise şarkı krizine girdim. üst üste seksen beş kez -bak ama seksen altı değil- dinleyebileceğim bir şarkıya rastlamadım kaç zamandır. balkonda kuş sesleriyle vinç seslerini harman edip dinliyorum artık. düşün halimi doktor. bi’düşün..
.
- 26.06.2016’da yine balkonda yazmışım aşağıdaki paragrafı da. o zaman ne içiyorsam artık!
“ ya da ve belki de bir salgın geldi topluca öldük. kabir azabı çekiyoruz! çünkü bu kadar şiddet, vahşet, karmaşa. acı ve gözyaşı. hiç mi güzel bir şey olmaz bu dünyada! tamam haziran normallerinin üzerindeki sıcak hepimizin ayarını bozdu. lakin şuna ne diyeceksin hafız? sabah tam 07:50 de karga sesiyle gözümü açtım. açık olan balkon kapısının dibinde yatıyorum. tek gözümü açtım. balkon demirinde bir karaltı. sanki boğazlıyorlarmış gibi mahalleyi ayağa kaldırıyor şerefsiz karga. işte o an sağımı solumu yokladım el yordamıyla. telefon geldi elime. tam atacakken. vazgeçtim. saate baktım. o arada bu ibne karga kaçtı zaten. saat; 07:50. sonra uyumuşum. çok güzel bir rüya gördüm. şimdi burada anlatacak değilim rüyamı elbet. mahremiyet denen bir şey var sonuçta. neyse bu güzel rüya bayağı sürdü ama. uyandım. saate baktım. inanılmazdı. tam 07:50 idi. duvar saatine baktım o da aynıydı. üşenmedim, kalktım. yan odadaki masa saatine baktım. 07:50. kolumu çimdikledim. elimi yüzümü yıkadım. bir kaç karga çığlığı, martı haykırışı dinledim. gördüğüm rüyayı düşündüm. karar verdim. zaman dediğimiz şey tamamen aldatmaca hafız. tamamen aldatmaca. şimdi saatlerce maitre gims dinlemek, üst üste üç tane juliette binoche filmi izlemek lazım.”
evet.