on mayıs, pazar. öğle saatleri. sokakta 65 yaşın üstündeki amcalarımız, teyzelerimiz yürüyor. ner'den mi biliyorum? güneşe çıkmadan önce adetimdir; balkondan aşağı, önce sola, sonra sağa ve sonra tekrar sola doğru tüm sokağa bakarım hep. küçük, tedirgin alışılmadık adımlarla yürüyor büyüklerimiz. bir şeyler anlatıyorlar susamış gibi. özlemiş gibi. onlar anlatıp yürürken ben balkonda bir kez daha güneşin huzurundayım. üst eşofmanımın kollarını dirseğime, alt eşofmanın paçalarını dizime kadar çektim. gözlerimi kapadım. 65 yaş üstümüzün belli belirsiz sohbetleriyle karışık istanbul’u dinliyorum. bazı kuşlar, bazı sinirli ve homurtulu uçaklar karışıyor dinlememe. ödün vermiyorum ama hiç bir şeyden. avuç içlerim, yüzüm ve ayak tarak kemiklerim hep güneşe bakıyor şimdi. gözlerim hep kapalı. düşüncelerim daima açık. misal bu satırları şu an telefonumdaki değil de kafamdaki not defterime yazıyorum. evet düşününce basbayağı delilik bu. lakin önce garipsiyor, sonra alışıyor insan. neye alışmıyor ki hem? o yüzden durdurmuyorum. belki de durdurmak istemiyorum düşüncelerimi. bir kaç sabahtır olduğu gibi puslu ve sisli halini değil de uzaktan az da olsa görünen masmavi denizinin umut verdiği burgazada’yı hayal ediyorum daha çok. bisiklete bindiğimi. uzun yürüyüşler yaptığımı düşlüyorum düşüncelerimde. sonra sabırsız bir karganın çığlığıyla balkonuma dönüyorum. büyüklerimizin heyecanı aynı. konuşmalar, belki küçük adımlar. karşı balkondan sataşmalar; “
hadi yine iyisiniz. bu dört saatin kıymetini bilin”. aşağıdan cevap verdiler mi, verdilerse ne dediler hiç bilmiyorum. doğrusu çok merak da etmiyorum. çünkü avuç içlerimin, el bileklerimin haddinden fazla ısındığını hissediyorum. fakat gölgeye kaçırmıyorum. hoşuma gidiyor bu durum. ardından ayaklarım niye bu kadar ısınmadı diye düşünüyorum. cevabını bulamıyorum. hırkamın kapşonuyla koruduğum başımı biraz daha geriye yaslıyorum. güneş şimdi yüzümde. göz kapaklarımdan elmacık kemiklerime nüfuz ediyor. ve ben yeniden burgazada’ya gidiyorum. kalpazankaya’da oturmuş manzarayı izliyorum. bir insan hayatı gibi uzaktan ağır ağır geçip giden yük gemilerine bakıyorum. sonra ve sanki aradığım cevabı bulacakmış gibi seyrediyorum uçsuz bucaksız maviliği. oysa cevabı bulamadığım gibi soruyu da hatırlamıyorum. sonra ağır ilerleyen gemilere bakıyorum tekrar. geçip gideni, olan biteni tekrar yerine koymanın imkansızlığını düşünüyorum. aşağıda yürüyen amcaların, teyzelerin bir zamanlar bizim yaşımızda olduğunu ve şimdi o yaşta olmak için pek çoy şeyi feda edebileceklerini. ve bizim de bir vakitler çarşamba-cuma günü dışarıya çıkacak gençlerin yaşında olduğumuzu, onların yaşında olabilmek için bizim de her şeyi.... güneşin ayaklarımı yaktığını, çok yaktığını hissediyorum birden. hoşuma gitmiyor bu kez. sol ayağımla sağ ayağımı kapatıyorum. bir süre sonra da sağ ayağımla solumu. lakin güneşten ayrılmayı düşünmüyorum hiç. tıpkı 65 yaş üstümüzün sokaktan ve hayattan ayrılmayı istemediği gibi.
.
leonard cohen - everybody knows