bazı şeyler : 63 - 71 bu değil, bu değil, bu hiç değil.. - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

bazı şeyler : 63 - 71 bu değil, bu değil, bu hiç değil..

63- bir yılın daha son demlerini yaşarken, amansızca geçip giden yıllara metro yahut metrobüsle giderken geçtiğim yarısını gördüğüm yarısını görmediğim, dikkat etmediğim durak muamelesi yaptığını fark ettim az önce. ya da ali ağaoğlu’nun bir reklamı vardı hani; “bu değil, bu değil, bu hiç değil” diyerek projelerin yüzüne bile bakmadan bir bir, elinin tersiyle fırlatıp attığı. ben de yıllarımı aynı hız ve hoyratlıkta tükettim işte. sanki çok daha iyisi karşıma gelip dikilecekmiş gibi. oysa elimdekiyle yetinmeyi öğrenecektim. olmadı. önümüzdeki yıllara bakıyorum artık.
.
64- biliyorum. bir gün bana soracaksın; en güzel hikayen hangisi diye. en güzeli hangisi bilmiyorum ama en güzel hikayelerimi hep otobüs, dolmuş köşelerinde yazdım” demek için yazıyorum.
.
65- kitap kokusuna tutunup eski, çok eski, şimdilerde olmayan kışlara, mesela 2004 kışına gitmeyi çok seviyorum. o kar ve fırtınada barbaros yokuşundan inip okulu kıran liseliler gibi kâh şakalaşarak, kâh kayarak beşiktaş iskeleye yürüdüğümüz öğleden sonrası ne güzeldi. bazı kışlar diyorum, unutulmaz..
.

66- kuşlar kadar asil, kadirşinas, dostkâm başka yaratık var mıdır şu gökyüzünde?
dün akşam beş gibi, yine kafileler halinde kuzeyden güneye kanat çırpıyorlardı. 8-10 kuşluk bir grup ileriye gitmekten vazgeçip tam ofisin üstünde daireler çizmeye başladı. yıllardır onları izlerdim ama bunu ilk kez yapıyorlardı. merak ettim. onları seyretmeye koyuldum. neredeyse beş dakika mevlevi ayini yapar gibi eksenleri etraflarında döndüler. neden sonra yine beş on kuşluk bir grup gelip bunlarla birleşince yollarına devam ettiler. günümüz dünyasında, insanların kuşlardan öğreneceği çok şey var. hem de çok..
.
67- zonguldak. hiç gitmesem de bu kömür karası şehre ayrı bir muhabbetim var öteden beri. eskiden türkiye’nin şehirleri zonguldak’ta, plaka numarası 67’de biterdi. niye ve nasıl oldu bilmem. orta ikiydi sanırım. türkiye ve dünya atlasımın en arka sayfasına şehirleri ve plaka numaralarını yazdım. tek tek, birden altmış yediye. adana’dan zonguldak’a kadar. sonra onları bir güzel ezberledim. ve bir daha da hiç unutmadım. hala hatırlarım.
.
68- söylemiştim. çok söylemiştim işaretler ilgimi çekmiyor, hiç inandırıcı gelmiyorlar diye. ancak filmlerde olur öyle şeyler. yahut kitaplarda. çünkü hayat gerçek. hayat acımasız. hayat bıçak sırtı gibi. ama işte çarşaf gibi lacivert deniz, mavi gökyüzü, dalga sesleri sonra hafif bir de rüzgar vardı o akşamüstü. peki tamam. tam da seni düşlerken o şarkı çalmaya başladı. uzaktan, çok uzaktan geliyordu ses. lakin yankısı ve etkisi çok büyüktü benim için. bu yazdıklarımı düşündüm sonra. sonuç; işaret diye bir şey yoktur az votka vardır.
.
69- süpermarkette kasiyerin suratıma dahi bakmadan robotsal bir ifadeyle söylediği "hoş geldiniz" lafına boş bulunup aynı otomatiklikle "hoşbulduk" demek tuhafıma gidiyor her seferinde. alışamadım.
.
70- ülkemiz trafiğinde taksici ve minibüsçülerin amerika ve dahi liderleri kadar itibarları yoktur. lakin istisnalar hariç. bir gün önce olmadık yerden dönüş yaparak trafiği arapsaçına çevirdiği için kendisine bodoslama girmeyi düşündüğüm taksici de bir gün sonra geçiş üstünlüğü kendisinde olmasına rağmen oldukça medeni şekilde ve hatta bana rüya mı görüyorum dedirtecek biçimde gülümseyerek yol veren taksici de yurdum insanı. ayrılamayız biz. et tırnak, köfte piyaz gibiyiz.
.
71- akdenizli kadın diye enstrümental bir şarkı. o kadar güzel ki şu an radyomda. tıpkı sevdiğinin gözlerinde kaybolmak gibi.
.