okul tıraşı (2021) - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

okul tıraşı (2021)

 

dükkanı pazar sokağının hemen başındaydı berber recep’in. çocukluğumun en dik ve en uzun yokuşunu çıktıktan sonra, iğneci kemal’in evinden sola dönüyorduk her ayın bir ya da ikinci pazarı. ne sabah, ne öğlen, her zaman akşamüstü giderdik. babam, ben ve biraderim. neden akşamüstü bilmem? 
o zamanlar kürt memet’in kahvesine takılırdı babam. sanırım okeyden, elli birden ancak fırsat buluyordu. selamün aleyküm, aleyküm selam faslından hemen sonra “recep, bizim çocukların saçları yine uzadı. okuldan kızıyorlarmış. her zamanki gibi bi’okul traşı yapıver” derdi babam maltepe sigarasını yakmadan evvel.

berber recep, dondurma kepçelerine benzeyen, elektriksiz ve yağsız, kapı gıcırtısı gibi ses çıkaran el makineleriyle, kafamızı öne yukarı, sağa soka ittirerek üç numara traş ederdi. okul tıraşı dedikleri bildiğin asker tıraşıydı aslında. mahallemizin altındaki levazım bölüğünden çarşı iznine çıkan asker abilerin kafası da öyleydi çünkü. ama dert etmiyorduk çok. başta fiko ve hafız’ınki olmak üzere sınıfın bütün erkekleri aynı kaderi paylaşıyorduk. kızların saçları örgülü, önlükler siyah, yakalar beyaz. ilkokul beşten sonra da lacivert takım elbise ve üniformalar. dışarıdan bakıldığında kim fakir ve kim zengin, kim orta halli belli olmuyordu. fakir ve varlıklıları çok küçük detaylarda, çok dikkatli bakarsan görebiliyordun ancak. dedim ya bunlar dert edilecek şeyler değildi okulda. daha mühim meselelerimiz vardı. misal bir erkeğin en büyük endişesi, ne sözlüye kalkmak, ne matematikten ikmale kalmaktı o günlerde. en korktuğumuz şey müdür muavinin bütün okulun önünde kafamızda tren yolu açmasıydı. bu yüzden o vakitler hayatımda en çok nefret ettiğim şey olsa da okul tıraşını her seferinde hatta çoğu kez zamanından bir iki hafta önce ben hatırlatırdım babama. lakin işte sakınan göze çöp batarmış ya her zaman.
bir keresinde bizimki fener beşiktaş muhabbetinden berber recep’le küstü. onbeş gün konuşmadılar. mahallede şimdiki gibi adımbaşı bulunan berber, kuaför, güzellik salonu, hiç biri yok. serbest piyasa ekonomisi zaten yok. saçlar elvis’in saçları oldu nerdeyse. cavit müdürün x-ray gözlerinden kaçmanın imkanı yok. mayıs ortasında hastayım diye yattım bir hafta evde. gitmedim okula. haftasonu babamla berber recep barışsınlar diye dua ettim. ama nafile. hasta olmadığım da ortaya çıktı. son çare anneme açtım mevzuyu. her ne kadar fazla tahsili olmasa da güngörmüş, maharetli kadındı annem. nice iş teknik ödevimden 10 almışlığı vardı! ben anlatır anlatmaz;  “sen makinenin gözünden getir bakayım makası” dedi. bir bildiği var elbet deyip ikiletmeden koşup singer dikiş makinesinin çekmecesinden kaptığım makası verdim eline. “gel dedi” benle. ördek yavrusu gibi takip edip yüksek giriş evin balkonuna çıktım peşinden. balkondaki demir ayaklı, kırmızı kadife oturağı olan sandalyeye oturttu beni. sonra beyaz bir çarşafı, boynumdan aşağı üstüme örttü. başladı saçlarımı kısaltmaya. yirmi yirmibeş dakika sonra banyodan getirdiği aynayı yüzüme tuttu. türk filmlerindeki kör adamın, ameliyattan sonra gözündeki sargıların açılıp aynaya baktığı heyecanla baktım ben de.
ilk tepkim; “berber recep’in elinin ayarını s.keyim” oldu. anında enseye tokatı yedim tabi. ama annem berber recepten de lise-üniversite yıllarımın kuaförü ümit’ten de iyi kesmişti saçımı. “kimseye söylemek yok ama” diye tembih etti annem. lakin çocuktuk nihayetinde. anlattım. hafız’la fiko’da yavşadı hemen. fakat annem kabul etmedi. sanki bir hakkı vardı ve onu da benim için kullanmıştı.
.
not: bu sabah okul tıraşı isimli bir filmin varlığından haberim oldu. sonra da yukarıdaki satırlar döküldü dimağdan..

çok uzaklardan gelen edit: duydum ki film berlin film festivalinde ülkemizi temsil etmiş. ve yine duydum ki ödül almış. emeği geçenleri çok tebrik ediyoruz. 
.

görsel: izleyiciplatformu.com