keçi - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

keçi



inatçı keçi adlı mekanda tarihimde beni, daha doğrusu bizi en çok ekmiş, randevu sakarı arkadaşımı bekliyorum. onun adalet dağıtan bir hakim olması, bizim her seferinde inatla onu bekleyişimiz ayrı bir ironi ve bahis konusu.
.
91 baharından beri tanıyorum onu. 28 yıl. dile kolay. murathan mungan’la ataol behramoğlu’nun şiirlerini birbirine karıştırarak ve kendi üslubuyla okuması, beş kişilik grubumuzun en neşeli üyesi olması, cebindeki son kuruşu yine ihtiyacı olan diğerleri için harcayan cömertliği ve kimsenin bir bok anlamadığı iktisat dersinin hem makrosunu hem de mikrosunu çok iyi bilmesi bu kusurunun kefareti oldu hep! ne verdiğimiz cezalar, ne de uyarılar bu makus alışkanlığından vazgeçirmedi onu. biz de öyle kabul ettik onu. kendince marjinal bir adamdı. saat kullanmayı sevmezdi. grupta asla oy birliğiyle karar alamazdık. doğuştan muhalifti. bir özelliği de kimseyle küsmeyi bilmezdi. yıllar içinde bu beşli çil yavrusu gibi dağıldık. her birimiz bir köşeye savrulduk. kimi yurtdışına, kimi yurdun değişik bölgelerine. sorarsan müsebbibi hayattı. zaten ne vakit açıklayamayacağımız bir durum olsa çamur atacak bir 'hayat' her zaman elimizin altında değil miydi?
hepimizi bir araya toplayan o oldu yine. görevi nedeniyle bulunduğu şehirden dün gelmiş. “buluşalım” dedi. “elbette” dedim. “ama sen saati söyle ben bir saat sonrasına geleyim” diye de ilave ettim. güldü. "yarın tam yarımda" dedi. "tamam" dedim.
.
saat şimdi 12:44. ben hala bekliyorum. beklerken de boş durmuyorum. kâh bu satırları yazıyorum. kâh pazar insanlarının telaşlı hallerini izliyorum. yazarın dediği gibi; "neşeli başlasın ve öyle devam etsin diye gayret ettikleri*", iş gününden önceki bir günü mutlu geçirmek için çırpınmalarını izliyorum bir köşede. her telden, her cenâhtan onlarca insan geçiyor önümden. kimi yeşili bekleyip düzen ve tertibe önem veriyor. kimi beklemeden kırmızıda geçiyor, kuralsızlığı seçiyor. bazıları geçen seçim otobüse sövüyor, bazısı alkış tutuyor. sevgilisinin elini sıkı tutan da var. tabakhaneye yetişir gibi çekiştiren de. ama bu kadar kaosun, karmaşanın en güzel şeyi çocuklardı. güneşle birlikte beni gülümseten muhteşem varlıklar.
neden sonra insanları da bırakıp elimdeki kitabı karıştırırken iki üç fotoğraf düştü arasından. biri çocukluğum geçtiği mahallede babamın fiko'nun babasıyla olan, diğeri de emekli olduğunda kucağında bir vazo çiçekle çekilmiş fotoğrafları. ne vakit ve niye koymuşum oraya. unutmuşum. kendimi de randevuyu da. kendime geldiğimde sol yanımda garson menü uzatırken sağ yanımda hakim "yine geç kaldım değil mi?" diyordu sırıtarak. "önemli değil" dedim. hasretle sarıldım.
.
* ayfer tunç - taş-kağıt-makas
.
vitaa - sans regrets