ne yani ejderhalar yok mu? - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

ne yani ejderhalar yok mu?

mevsimler değişti artık” diyor kavruk tenli, kirli sakallı esmer şoför. durmuyor, vitesi beşe atmış gibi devam ediyor; “bundan böyle eylüller de böyle olacak. 
şoförün hemen yanındaki tekli koltukta oturan, saçları sarıdan beyaza çalan altmış yaşlarındaki abla kâhküllerini düzelterek ve başını aşağı yukarı sallayarak onaylıyor genç şoförü.
şimdi her yer klima. eskiden klima nedir bilmezdik. iklim çok değişti çok.” diye söylendi. sonra da açık olan pencereden içeri dolan rüzgar kâhküllerini uçururken sanki göstermese şoför anlamayacakmış gibi sağ eliyle ineceği yeri işaret ederek "köşede ineyim ben evladım. hayırlı işler" dedi. şoför eyvallah dedi mi duymadım. çünkü ak saçlı ablanın boşaltığı püfür püfür esen tekli koltuğa seyirttim hemen. ama bu ufacık hareket bile şıpır şıpır terlememe sebep oldu. zira 'sıcak değil de nem fena' klişesini hak eden bir istanbul günü bugün.
.
en son böyle bunaltan, oturduğu yerde terleten buhranlı istanbul yazını 96 haziranında hatırlıyorum. hatta tam bir hazirandı. cumartesiydi. asker arkadaşlarımı ziyarete gitmiş. dönüşte kıyamamış beni eve kadar bırakmışlardı. babam hayattaydı o zaman. misafirleri severdi. arkadaşlarımız hemen dönmek istemişseler de yemin billah edip onları göndermemiş, akşam yemeğine kalmalarını sağlamıştı. çayı da anneme bırakmayıp kendi elleriyle, özenle demlemişti yemekten hemen sonra. çay harareti alır hem diyerek. çakır adnan'la ıssız ismail ağzı açık dinledikleri babamın sohbetinden sonra giderken itiraf etmişlerdi "iyi ki gitmemişiz" diye. yine gelin demişti babam. lakin cenazesine gelmek kısmet oldu onlara. zaten bir daha da hiç gelmediler bize. çakır irlanda'ya yerleşti. ıssız memleketi çanakkale'ye döndü. bayramda seyranda görüşüyoruz artık.
işte insanı lime lime eriten, o ıslak haziran akşamında ilk kez babamdan, bundan tam 22 yıl  önce duymuştum bu sözü. tabi bu kadar klişe olacağını bilemezdim. "mevsimler değişti artık çocuklar, sonumuz hayrolsun inşallah" demişti.  ki o zamanlar  mahallemiz hala 'dutluk' sayılırdı. son 10 yıldaki betonlaşmayı göremeden öldü rahmetli. iyi ki görmedi diyorum bazen. ama çoğu zaman çok özlüyorum. maltepe sigarasının dumanına sarılmış buğulu sesini. sanki bir kitaptan okur gibi anlattığı hayata dair anektodlarını. asabiyetini bile. özlüyorum.


dün mahallemizdeydim. heyula gibi dikilmiş, şekilsiz, çirkin ve hatta korkunç binaların arasından yürüyordum. aralarda, kır çiçeği gibi kalmış, bahçeli eski tip bir yapının duvarına yazmış bizim muzip çocuklar.
ne yani ejderhalar yok mu? 
ne ejderhalar, ne de o eski mevsimler, eski oyunlar ve oyun alanları yok artık çocuklar dedim kendi kendime.
çünkü her şey değişiyor. kimi yavaş. kimi hızlı. bazı fark ettirmeden. bazı sessiz ve sinsice.
bu sabah fark ettim. babamın son günlerini geçirdiği odadaki simit dediğimiz zaman zaman titreyen ışığıyla odada değişik bir atmosfer oluşturan yuvarlak floresan lambayı çıkarmış, yerine gösterişli bir avize taktırmış annem. sabah uyandığımda ilk gördüğüm; dönemin estetikten yoksun, çirkin binalarına benzettiğim bu camlı, süslü kaba şeydi. gözlerimi açar açmaz karabasan gibi çöktü üzerime. bir süre yataktan kalkamadım. gerçeği annemden öğrendim. aslında 3 ay önce değiştirmiş.
"eskimişti oğlum. bir yanıp bir sönüyordu" dedi.
"söyleseydin yenisini alırdım" dedim.
"ne bileyim değiştirdim işte" dedi.
üstelemedim. gözü daldı. konuyu da değiştiremedim. öylece sustuk bir süre. konuşmadık hiç. nevriye teyze zile basmasa daha ne kadar kalırdık öyle bilmiyorum. kızının kızını görmeye gideceklermiş eltisiyle, annemde gelmek ister miymiş?
onlar nevriye teyze ile çıktı ben mavi magirusla. öndeki kadın "bu ne sıcak böyle" dedi. ben "sıcak değil de nem çok fena" dedim. esmer şoför; "mevsimler değişti artık. eylül de böyle olacak" dedi.
.

Rachid Taha - bonjour