‘çık, çık hayatımdan’ nakaratını son ses ve oldukça duygulu söyledi, kalın sesli bir kadın onca evin boşluğunda. bir duvarcı ustası, sıvayacağı koyu kahverengi fayansı binanın dış duvarına tutup ölçtü. arkadaşı yandaki yarım metrelik duvara oturup sağ bileğinin tersiyle alnındaki teri sildi. az ötelerindeki ağaçtan simsiyah bir kuş, telaşla kanat çırpıp havalandı. el arabasındaki bir torun “anane çok hızlı gidiyoruz” dedi. güneş ışınları iki apartmanın boşluğundan sıyrılıp sokağı siyah ve beyaz olarak ikiye ayırdı. kaldırımda ayaküstü siyaset konuşan iki adamdan kır saçlı, siyah paltolu olanı; “hepsi yediler ama o’nu günah keçisi yaptılar” dedi. kulakları sağır eden korna sesi duyulmadan az önce telefon dükkanın önündeki siyah kıvırcık saçlı, kısa boylu tıknaz adam; “on altı cigabayt ayfon se 1964 lira yazıyor” dedi. o sırada kamburlaşmış bedeniyle yaşlı bir kadın, iki büklüm halde, küçük adımlarla kırmızı ışıkta karşıya geçmeye çalışıyordu. beyaz doblo kamyonetten inen bordo bereli, orta yaşlı bir adam yaşlı kadının kolundan tutup karşıya geçmesine yardımcı oldu. beyaz doblonun arkasında kuyruk olmuş araç sahiplerinin sabırsız kornaları şehri sağır etti. insanlar charlie chaplin filmlerindeki gibi yukarıdan aşağı, sağdan sola sessizce ve hızlıca hareket ettiler. turkuaz mavisi yorgun bir halk otobüsü köşedeki durakta oflayarak durdu. kırmızı mantolu, siyah çantalı bir kadın orta kapıdan indi. bir kadın, bir çocuk ön kapıdan bindi. otobüs tıslayarak, yavaşça hareket etti. durakta orta yaşlı, başı bağlı bir kadın yanındaki kızıl saçlı kadına “münir özkul’da gitti” dedi. zihnimde bir kadın muhbir şarkısını söylemeye başladı.
.
sıla - muhbir
beklemek
-
metro istasyonunun serin, derin ve loş ışığında gelecek treni bekliyoruz.
biraz uykulu. biraz düşünceli. biraz yalnız. ömrümüz diyorum zaten hep bir
şeyle...