.
yolculuğun başlaması an meselesiydi. ama yolcuğun yeri ve yönü hakkında hiç bir fikrim yoktu. mahalle hatta şehir her zamankinin aksine, şaşılacak kadar sessizdi. yalnızca, komşularımın hiç bir vakit vazgeçmedikleri pazar ritüellerinden kızartma kokusu. hissedilir derecede savrulmuştu ortalığa. cılız bir iki çocuk sesini ve karşı otelin gece gündüz çalışan havalandırmasının uğultusunu saymazsak bir terkedilmişlik havası hakimdi sokağa.
.
asfalt yerine, birbirine benzemeyen şekilsiz, mavi,beyaz taşlarla döşenmiş eğimli yolda çift kale maç yapan çocukları görüyorum. içlerinden bir tanesi benim. hararetle kırmızı, plastik bir topun peşinde bir aşağı, bir yukarı koşturuyoruz. sesimiz, ensesine koyduğu bir sopa yardımıyla iki omzundan aşağıya sarkıttığı, yuvarlak tepsilerdeki yoğurtları satmaya çalışan çıngıraklı yoğurtçuyu bastırıyor. sesinin yetmediği yerde elindeki çıngırağı sallıyor. peşinden bazı hecelere basarak, bazı harfleri de uzatarak “yoğurtçieeee, haydeeee yoğurtttttt” diye bağırarak yokuş yukarı gidiyor. aşağıdan, çarşı iznine çıkan, baştan aşağı koyu yeşil elbiseli askerler dörderli, beşerli gruplar halinde geliyorlar. topu bırakıp askerlere yaltaklanıyoruz. kimimiz sağ elini, kimimiz sol elini avuç içi yere gelecek şekilde alnımıza koyarak sayısız kez ;
“asker abi merhaba, asker abi merhaba” diyoruz birer papağan gibi.
askerlerin kimi bizi iplemiyor, kimi sadece gülerek geçiyor. ancak bir iki tanesi bizi ciddiye alıp esaslı bir asker selamı verdikten sonra karadut sokağının aşılmaz gibi gözüken rampasına tırmanıp gözden kayboluyorlar. aynı askerler bu kez ertesi sabah, erken saatlerde beyaz fanila ve koyu yeşil pantolonları ile “yaylalar yaylalar” diyerek dünden daha kalabalık ve belli bir düzende üstelik koşarak geçiyorlar sokağımızdan. askerlerden sonra aralıksız süren bir havlama ve peşinden "anneeeeee" diye bağıran bir çocuk sesi. okula giden aşağı mahalle çocuğu kenan bu. annem elinde bir bardak suyla yanına gidiyor.
askerlerin kimi bizi iplemiyor, kimi sadece gülerek geçiyor. ancak bir iki tanesi bizi ciddiye alıp esaslı bir asker selamı verdikten sonra karadut sokağının aşılmaz gibi gözüken rampasına tırmanıp gözden kayboluyorlar. aynı askerler bu kez ertesi sabah, erken saatlerde beyaz fanila ve koyu yeşil pantolonları ile “yaylalar yaylalar” diyerek dünden daha kalabalık ve belli bir düzende üstelik koşarak geçiyorlar sokağımızdan. askerlerden sonra aralıksız süren bir havlama ve peşinden "anneeeeee" diye bağıran bir çocuk sesi. okula giden aşağı mahalle çocuğu kenan bu. annem elinde bir bardak suyla yanına gidiyor.
“korkmuşsundur evladım. al bir yudum iç” diyor.
kenan’ın suyu içip içmediğini göremiyorum. biraz sonra kenan’ın, ondan önce de askerlerin gittiği yoldan yaklaşık yirmi dakika süren okul yolculuğuna çıkıyoruz hafız ve fiko ile birlikte. okul dönüşü çantayı fırlatıp kol ve bacakları ikişer beyaz şeritli, lacivert eşofman takımlarıyla sokağa koşuyoruz. ender abilerin erik ve elma ağaçlarını kale olarak kullandığımız yol kenarındaki şekilsiz bahçesine giriyoruz. hafız,fiko ve ben hazırız. muzo ve yadik de geliyor. sırayla kaleye geçiyoruz. ender abi’nin çektiği şutları kurtarışımıza göre puan alıyoruz. gol yiyen sıradakiyle değişiyor. sol tarafıma gelen ilk şutu artistik bir atlayışla kurtarıyorum.
kenan’ın suyu içip içmediğini göremiyorum. biraz sonra kenan’ın, ondan önce de askerlerin gittiği yoldan yaklaşık yirmi dakika süren okul yolculuğuna çıkıyoruz hafız ve fiko ile birlikte. okul dönüşü çantayı fırlatıp kol ve bacakları ikişer beyaz şeritli, lacivert eşofman takımlarıyla sokağa koşuyoruz. ender abilerin erik ve elma ağaçlarını kale olarak kullandığımız yol kenarındaki şekilsiz bahçesine giriyoruz. hafız,fiko ve ben hazırız. muzo ve yadik de geliyor. sırayla kaleye geçiyoruz. ender abi’nin çektiği şutları kurtarışımıza göre puan alıyoruz. gol yiyen sıradakiyle değişiyor. sol tarafıma gelen ilk şutu artistik bir atlayışla kurtarıyorum.
“bravo diyor ender abi 3 puan.”
benden önce kaleye geçen muzo;
“ama abi aynı kurtarışa bana 2 puan verdin” diye itiraz ediyor. tam o anda zayıf olan sağıma gelen top gol oluyor. hışımla muzo'ya bakıp kaleyi fiko’ya teslim ediyorum. karnım acıkıyor. anneme gidiyorum. annem daha domatesi ikiye ayırırken müthiş güzel bir koku yayılıyor mutfağa. bu kokuyu seviyorum. yarım domateslerimi ve ekmeğimi alıp bahçe duvarına oturuyorum. liseye giden hatta onlardan da büyük afili abilerin yolun iki kenarına çektikleri kırmızı çamaşır ipiyle oluşturdukları voleybol sahasındaki maçlarını izliyorum heyecanla. bir yandan da belki adam eksilirse beni de çağırırlar diye umut ediyorum. küçük olduğumuz için bizi aralarına almıyorlar. ancak adam eksikliğinde, o da en arkaya fasulyeden koyuyorlar. domates kokusuna ağır bir kızartma kokusu karışıyor. o da güzel kokuyor. biber kızartması. sonra derinlerden bir ses. aliiii, aliiii. heyecanlanıyorum. mustafa abi yoksa voleybola mı çağırıyor beni? ama sesi niye bu kadar ince. hem bana niye ali diyor?
.
alii, aliii pas versene oğlum.
gözlerimi açtım. güneş gitmiş. biber kızartması olağanca ağırlığı ile duruyordu.
alt sokağın çocukları top oynamaya çıkmışlar.