.
bu tarafta, kentsel dönüşüm adını verdikleri faciadan yükselen beton bloklar arasında bir adam. balkon kapısı, penceresi ve televizyonu açık mevsim normallerinin üzerindeki sıcak ve nemin gözetiminde, elinde siyah bir kumanda öylece oturuyor.
.
televizyonda sakallı, sarıklı, cübbeli bir adam, bir şeyler anlatıyor. cennet-cehennem. ihsanlar-kötülükler. doğrular-yanlışlar.
arka planda bugüne değin yaptığı iyilik ve kötülükleri ölçerken yakalıyor kendini.
kanalı değiştiriyor. müzeyyan senar söylüyor trt nağme'de.
"o gün ki gördüm seni
yaktın ah yaktın beni" diyor.
fikrinin ince güllerini bir dolaşıp geliyor zihninde. hiç biri ile şöyle etraflıca bir müzeyyen dinlemediğimi düşünüyor. ölmeden önce yapılacaklar listesine not alıyor. o'nunla ya da o'nsuz diye şerh düşerek hem.
kumandanın düğmesine bir kez daha dokunuyor. tarihi bir western filmi o'nu çocukluğunun ilkokul dört yazına götürüyor. pazar sabahları onüçteki pazar konserine dek süren western kuşağı biter bitmez sokağa fırlayıp izledikleri kovboy filmini canlandırırdıkları düştü aklına. 'şimdiki yeni yetmelerin bilgisayarda oynadığını biz sokakta oynardık' diye geçirdi içinden ve televizyon kanalını yine değiştirdi.
bir sonraki kanalda siyah beyaz bir türk filminde haydarpaşa'dan kadıköy'e aheste seyreden bir vapurla babası düştü hatırına. babasıyla yıllar önce yaptığı ilk ve son vapur yolculuğu. o yolculuğun hafızasındaki tek resmi ve şahidi haydarpaşa idi. sonra bugünkü gibi sıcak bir haziran. gece ve karanlık. vapur haydarpaşa'dan kadıköy'e akıyordu. sağına, soluna baktı telaşla. babası yanında yoktu.
televizyonu kapattı.
televizyonu kapattı.