cumartesi. saat 18:36. kartal'dan kadıköy'e giden metrodayım. içerisi sakin. insanlar da öyle. galiba biraz yorgunlar. ben de öyle. niye olduğunu bilmediğim bir şekilde canım sıkkın. müzik dinlemekten başka elimden bir şey gelmiyor. üç haftadır çantamda dolaştırdığım günsür'ün yeni baskı kitabının okumadığım son dört hikayesini metrodan önceki otobüste bitirmiştim. gerçi son hikayesi bitmiyordu. yazar okuyucuya bırakıyordu tamamlaması için. bu beni önce heyecanlandırdı. sonra olabilecek en güzel şekilde, mutlu sonla bitmiş işte, kurcalama dedim. sonuçta metrodayım. okuyacak kitap yok. gidilecek bir sürü durak ve içimde bilinmez bir sıkıntı var. kafamı ve belki sıkıntımı dağıtmak için bir oyun uydurdum. aklımdan geçenlerden yakalayabildiklerimi telefonumdaki notlar uygulamasına yazıyorum şimdi. son bir haftadır olduğu gibi model'in mey şarkısı yine kulağımda. "özlemek bu" diyor "dokunmakla geçmiyor." daha önce hiç olmadığı gibi galiba bu sefer şarkının sözlerine de takıldım. iyi değil ama bu. çünkü sabahları beynimde bu şarkı dönerken uyanıyorum hep. biraz sersemletiyor. belki bahardandır. belki değil. bilemiyorum. bilmediğim, bilmek istemediğim çok şey var aslında. gitmek istediğim uzak yerler sonra..
...
tam bu cümleyi yazmıştım ki ineceğim istasyona geldik. hayatımdaki pek çok şey gibi, kendim gibi bu yazı da yarım kaldı. ama yine de şurada, bir kenarda dursun..
.