orhan veli'ye rahmet okutacak kadar güzel bir gün. güneşli, sakin bir hava. deniz otobüsü iskelesine ahmet haşim'in ağır adımlarıyla ama nazım hikmet'in hisleriyle adeta güneşi içerek ve yosunla karış deniz suyu kokusunu içime çekerek, yürüyordum. her şey birden bire oldu. önce yandaki bankta konuşan iki kızdan dert yanan cırtlak sesli, esmer kıvırcık saçlı olanı sanki muhatabını dövüyordu, dert dinleyeni ise anlattıklarım skimde değil gibi boş boş bakıyordu. buradan bir hikaye çıkardı ama gitmeliydim. yürümeye devam ettim. üç beş adım ya attım ya atmadım. beşiktaş motorunun çığırtkanı battal boy megafonuyla kulağımın zarını iğfal etti. "iskele dahilinde beşiktaş yolcusu kalmasın" diye böğürdü. hem bir değil iki değil tam üç defa. arkama döndüm en sonucusunda. kulağımı gösterdim. sustu. eliyle bir işaret yaptı uzaktan. küfür mü etti özür mü diledi. anlamadım.
iskeleye devam ettim. güvenlik şeridinden sırasıyla çantamı, telefonumu ve kendimi geçirdim. hepsini tek başıma yaptım sorumlu bir vatandaş gibi. eşlik edeni bırak sallayan olmadı. üniformalı iki adam on metre ötede muhabbet ederlerken yarım gözle şöyle bir baktılar sadece. o kadar mı silik bir adamım?
.
bekleme salonunda bekleyenler vardı. ben yirmidokuzuncu bekleyendim. asal bir sayı. kendimden ve elemanların en etkisizi olan bir sayısından başkasına bölünemezdim. olsun. zaten işaretlere inanmadım hiç bir vakit.
ama ve sonra müzik çalarımı açtım. tracy chapman'ı gördüm. ne zamandır dinlemediğimi farkettim. üç haftada üçyüzde bir defa bile denk gelmemiştim. her gün bir saat yirmibeş dakika aralıksız dinlediğim bu liste için imkansız gibi bir şeydi. o kadar olasılık dersini boşuna mı okuduk yani...
bastım play tuşuna...
şarkının girişinden yani siz beyazların deyimiyle introsunda bir tuhaflık vardı. sanki sanat müziği taksimiyle başlıyordu şarkı. hatırladığım kadarıyla böyle değildi. listeme bir daha bakma ihtiyacı hissettim. doğruydu. tracy chapman- the promise yazıyordu. biraz daha bekledim lakin her geçen notadan sonra şarkının içinden bülent ersoy çıkacakmış gibi tedirgin oluyordum. neyse ki korktuğum olmadı. hayır bülent hanım çıkmadı lakin tracy'de çıkmadı. sibel can ablamız geçenlerde listeme nasıl girdiğini anlamadığım kader şarkısını dillendiriyordu. allah var şimdi çok da güzel söylüyordu. ilişmedim. hatta hakkıdır hakka tapan milletimin gıdası müziktir dedim. tekrar modunu çalıştırdım. bittti mi?
bitmez.
çünkü bugün benim günümdü.
anons yapıldı. bir numaralı iskeledeki kılıç ali reis bostancı, iki numaralı iskeledeki uluş ali reis yenikapı-bakırköy seferi yapacakmış. ya da tam tersi. tam anlayamadım. zira kulağımda müzik ruhumda kelimeler vardı. hangisinin gebze'de hangisinin yalova'da olduğunu hep karıştırdığım eskihisar, topçular iskeleleri gibi deniz otobüslerini karıştırıp bakırköy yerine bostancıya gitmem -fonda kader şarkısı çalarken- kaçınılmazdı. allahtan babadan kalma alışkanlıkla sağlamcıydım. kulaklığımı çıkarıp etrafımdaki üç kişiye sordum. sonuçta üniversitede istatistik de okuduk ve çok şükür örnekleme metodu en sevdiğim konuydu. biri kırklarında, şakaklarında aklar olan abi diğeri yirmilerinin baharındaki genç kızda her şey yolunda gitti. ikisi de bakırköy için kılıç ali reis'i işaret ettiler. lakin üçüncü örneğim. işte bütün hikaye burada başladı dostlarım. bana öyle bakmasaydı. öyle delici dönüp öldürücü bir şekilde gülümsemeseydi. ben bugün yaşıyor olacaktım!
sırtı bana dönüktü. omzuna kadar inen at kuyruğu saçları güneş kadar sarıydı. fazla dikkat çekmeyen ama çok narin iki küpesi vardı. marmaranın neresinden estiğini bilmediğim kuzeyli rüzgarın sürüklediği kokusunu hissettiğimde başıma bir şeyler geleceğini anladım. lakin çok geçti. kader ağlarını örmüştü. kahverengi deri ceketinin sağ omzuna hafifçe dokundum. ilk ateşi ben açmış göründüm ama orantısız güç kullanan ilk o oldu. dört mevsim kadar ağır ağır dönerken yüzünün tüm hatlarını oracıkta ezberledim. sözlü yapsa yüz alırdım. ama beni felekate sürükleyen en derin okyanuslardan daha mavi olan gözleri oldu. sonra lal oldum. bir şeyler geveledim. ne diyorsun be adam dedi. sağır-dilsiz numarasına yattım. kadife sesiyle bu sefer özür diledi. gülümsedim. güldü. mavi gözlerden, kiraz dudaklardan ve dahi gamzeli yanaktan çıkan şarapnel parçalarıyla oracıkta ruhumu teslim ettim. sonrasını hatırlamıyorum.
.