her duyarlı vatandaş gibi garajda bıraktım bu sabah arabayı. lakin toplu taşıma üstadları da bizi durakta bıraktılar. beş dakikada bir geçen otobüslerden yarım saattir haber yok. üstüne bir de karabaş musallat oldu başıma "hadi abi oynayalım" der gibi kıpraşıyor ayağımın altında. "olm bak git" diyorum anlamıyor hayvan! ayaklar buz, eller kayseri pastırması kıvamında kaskatı. kar inceden ama sıkı yağıyor. soğuk zaten öküz öldürüyor.
.
böyle karlı havalarda ne anam, ne babam. nilüfer gelir aklıma hep. ve o meşhum şarkısı. her yerde kar var.
başka şeylerde gelir aklıma elbet. çocukluğum mesela. en son ortabirin yılbaşını hatırlıyorum böyle yoğun kar yağışlı. aralarda olabilir belki başka karlı yılbaşları. ama benim hafızamda kardan sonra açan güneş gibi parlayan bir tek bu anı. zira öğleden sonra bastıran kar nedeniyle son iki ya da üç dersi yapmadan eve dönmüştük. sonra akşam eve gelen rahmetlinin piyangocu edasıyla üç kardeşe çektirdiği piyango biletleri. ertesi gün bir şey çıkmadı tabi. bir tek biradere amorti. zaten her zaman şanslıydı köftehor!
.
aktarmalı da olsa işe gidecek bir otobüs buluyorum. akbili basma sırasında şoför uyarıyor. daha doğrusu kulağımın zarını iğfal ediyor. "xyz den geçmiyoruz direk dağ yolundan giderim beğğler ona göre." bizi işimize götür de ister dağ ister deniz yolu farketmez baba. buradaki baba, lafın gelişi. hava çok soğuk. ellerim gibi beynim de uyuşmuş. yoksa babamdan başkasına baba demiş adam değilim. ayrıca ve bi'daha anne sözü dinlemeyip şapkasız çıkarsam adam değilim. neyse yol uzun, otobüs soğuk ama kalabalık.
kaloriferi de çalışmıyor üstelik. camları buğulandıran nefeslerimizle ısınmaya çalışıyoruz. ayaklarım buz hala. yirmi küsür yolcu egzosunu dahi ısıtmayan otobüsün muhtelif yerlerinde muhtelif biçimlerde üşüyoruz. yine de otobüsün içine girer girmez üstündeki karları temizleye çalışanların gözlerinde umut var. en azından dışarıda değiliz sevinci. lakin uzun sürmüyor. yol aldıkça, yüksek rakıma çıktıkça acaba işyerine varabilecek miyiz endişesine bırakıyor bu sevinç kendini.
.
canım insanlar. yaralı ve bereli insanlar. tam karşımda bir adam. kırk ya da kırküç yaşında belki de otuzsekiz. siyah beresi, beyaz samsung kulaklığı ile alnını otobüsün yuvarlak demirine dayamış, düşünceli. üşüyor belki benim gibi. belki başı ağrıyor. belki başka bir hayat gailesi. bilemiyorum. hakeza adamın hemen çaprazındaki kırmızı bereli, bej mantolu kadın. sırtı bana dönük. çok konuşkan. oniki dakikadır telefon kulağında. benim burada yazdığımın iki katı cümle kurdu. bütün otobüs akşamki yılbaşı organizasyonunu öğrendik. öyle ki, bir yolcunun "akşama biz de size gelelim mi abla" demesi an meselesiydi. şoför ani fren yaptı. peşinden öndeki aracın şoförüne sunturlu bir küfür savurdu. sağa sola savrulduk. önde, şoförün tam arkasında oturan bir kaç gün görmüş abi; "cık cık cık bu havada böyle araba kullanılmaz ki" diyerek şoföre arka çıktılar. bir teyze oturduğu yerden "evladım yavaş gitsene " dedi. arkalardan bir cem yılmaz varisi, teyze senin adımlarından bile yavaş gidiyoruz zaten" diye şoförden önce karşılık verdi. gülüşmeler oldu. teyze cevap hakkını kullanmadı. hemen arkamdaki bir abi; " bi'sene daha böyle yağdıydı" dedi. kimse bir şey söylemedi. belki de hangi sene olduğunu düşündü herkes. ben düşünmedim. dışarı baktım..
kar dedim, ne güzel yağıyor...
.