çok kısa süreli unutkanlıklar yaşıyorum.
büyütülüp dert edilecek gibi görünmeseler de bazen canımı sıkıyorlar işte. çoğunlukla
bir yerlerde rastlayıp izlemeyi düşündüğüm filmleri bulamadığım zaman yaşıyorum
bu duyguyu. not almayı sevmiyorum. hani ayıptır söylemesi, hafızama haddinden
fazla güvenirim. ama işte böyle yarı yolda bıraktığı da oluyor zaman zaman.
genellikle rss vasıtası ile takip ettiğim bloggerlar aracılığı ile
haberim oluyor bu filmlerden. günler sonra hatırıma geldiğinde de tek tek
bloggerları dolaşmaya üşeniyorum. haliyle filmler de başka bahara kalıyor. bazen
de yeni bir yazıma şu eklemeleri yapsam iyi olurdu diyerek girdiğim blogumda
yapacağım eklemeyi unutuyorum. işte en çok o zaman sinir oluyorum.
fakat ne bir türlü bitmeyen sıcaklarının ne de su gibi geçen zamanın etkili olduğunu düşünmüyorum bu sakarlıkta. hoş sebebini de çok merak etmiyorum açıkçası..
daha yararlı demeyeyim de basit işler daha doğrusu basit yaşama derdindeyim bu aralar.
dün mesela odamdan üç odaya sığabilecek ıvır zıvırı çöpe attım. kısa süreli tatilimde de bu minvaldeki fazlalıkları düşündüm hep. gerekliymiş gibi görünen ne çok gereksiz cüzlerimiz var yanımızda yük yaptığımız.
aslında hiç bir şey olan ne çok şeyimiz var.
fakat ne bir türlü bitmeyen sıcaklarının ne de su gibi geçen zamanın etkili olduğunu düşünmüyorum bu sakarlıkta. hoş sebebini de çok merak etmiyorum açıkçası..
daha yararlı demeyeyim de basit işler daha doğrusu basit yaşama derdindeyim bu aralar.
dün mesela odamdan üç odaya sığabilecek ıvır zıvırı çöpe attım. kısa süreli tatilimde de bu minvaldeki fazlalıkları düşündüm hep. gerekliymiş gibi görünen ne çok gereksiz cüzlerimiz var yanımızda yük yaptığımız.
aslında hiç bir şey olan ne çok şeyimiz var.
zaman zaman boğuluyorum etrafımdaki bu eşyaların
hatta insanların bolluğundan.
evet bir lokma bir hırka meselesi esas mesele.
hayır, hayır! laf olsun diye söylemiyorum bayım. içtenlikle inanıyorum bu felsefeye. lakin işte türküz! herkes gibi ben de beceremiyorum bir türlü. sanırım ve önce kafamızdaki gereksiz yükleri boşaltmamız gerekiyor. odamızdakiler, etrafımızdakiler nasılsa temizlenir günü geldiğinde....
evet bir lokma bir hırka meselesi esas mesele.
hayır, hayır! laf olsun diye söylemiyorum bayım. içtenlikle inanıyorum bu felsefeye. lakin işte türküz! herkes gibi ben de beceremiyorum bir türlü. sanırım ve önce kafamızdaki gereksiz yükleri boşaltmamız gerekiyor. odamızdakiler, etrafımızdakiler nasılsa temizlenir günü geldiğinde....
..
rutubetsiz bir tatil beldesinde değilsem bu sıcaklarda yaşamak çok zor benim için. mümkün olduğunca dışarı çıkmamaya çalışıyorum. böyle durumlarda yapabildiğim en iyi şey rüzgar alan bir gölgelik bulup yazmak. sabahları ön balkon serin oluyor. kitap, gazete, kağıt, kalem ne bulursam alıp çıkıyorum. iki sokağa cephesi olan tam bir münzevi balkonu bizimkisi. bazen gelen geçeni yazıyorum bazen ve hala tanpınar'ın saatler'ini okuyorum. bu sefer bitirmeye kararlıyım ama. tabi bir zorunlulukmuş gibi okumuş olmak için değil tutkuyla okumak önemli. ne yazık ki tutkuyla okuduğum kitap sayısı bir elin parmak sayısını geçer de iki elinkini zor tamamlar. söylemiştim. zarifoğlu'nu ama her gün bir duayı okur gibi okumazsam uyuyamıyorum..
kitap demişken onlara bir çiçek, çocuk muamelesi yapmak hoşuma gidiyor hâlâ. az önce misal sevdiklerimin arasında bir şey arıyordum. nasıl olduysa aylak adamla anayurt otelinin arasına tezer özlü girmiş. tezer hanımı, ayfer tunç serisinin yanına bıraktım. onun boşluğuna da atılgan'ın bütün öykülerini koydum. aynı şekilde hesse'nin bozkırkurdu renk uyumundan sait faik kitaplarına karışmış. bozkırkurdu'nu buzzati'nin tatar çölü'nün yanına yerleştirip, sartre'nin bulantı'sını genç werther'in acılarıyla tanıştırdım. sıkıldıkça böyle bazen sevme derecelerine, bazen boylarına, bazen de alfabetik sıraya göre diziyorum en sevdiğim kitapları. böyle böyle oyalıyorum kendimi. üç günlük dünya derdi babaannem. ikisi gitti biri kaldı işte..zaman göz açıp kapayıncaya kadar geçiyor. al işte ben hala eylül eylül diye sayıklarken. ekim geldi dayandı kapımıza. yarın kasım, peşinden ikibinonaltı gelir hissettirmeden. zaman diyorum acımasız bir seri katil gibi...
rutubetsiz bir tatil beldesinde değilsem bu sıcaklarda yaşamak çok zor benim için. mümkün olduğunca dışarı çıkmamaya çalışıyorum. böyle durumlarda yapabildiğim en iyi şey rüzgar alan bir gölgelik bulup yazmak. sabahları ön balkon serin oluyor. kitap, gazete, kağıt, kalem ne bulursam alıp çıkıyorum. iki sokağa cephesi olan tam bir münzevi balkonu bizimkisi. bazen gelen geçeni yazıyorum bazen ve hala tanpınar'ın saatler'ini okuyorum. bu sefer bitirmeye kararlıyım ama. tabi bir zorunlulukmuş gibi okumuş olmak için değil tutkuyla okumak önemli. ne yazık ki tutkuyla okuduğum kitap sayısı bir elin parmak sayısını geçer de iki elinkini zor tamamlar. söylemiştim. zarifoğlu'nu ama her gün bir duayı okur gibi okumazsam uyuyamıyorum..
kitap demişken onlara bir çiçek, çocuk muamelesi yapmak hoşuma gidiyor hâlâ. az önce misal sevdiklerimin arasında bir şey arıyordum. nasıl olduysa aylak adamla anayurt otelinin arasına tezer özlü girmiş. tezer hanımı, ayfer tunç serisinin yanına bıraktım. onun boşluğuna da atılgan'ın bütün öykülerini koydum. aynı şekilde hesse'nin bozkırkurdu renk uyumundan sait faik kitaplarına karışmış. bozkırkurdu'nu buzzati'nin tatar çölü'nün yanına yerleştirip, sartre'nin bulantı'sını genç werther'in acılarıyla tanıştırdım. sıkıldıkça böyle bazen sevme derecelerine, bazen boylarına, bazen de alfabetik sıraya göre diziyorum en sevdiğim kitapları. böyle böyle oyalıyorum kendimi. üç günlük dünya derdi babaannem. ikisi gitti biri kaldı işte..zaman göz açıp kapayıncaya kadar geçiyor. al işte ben hala eylül eylül diye sayıklarken. ekim geldi dayandı kapımıza. yarın kasım, peşinden ikibinonaltı gelir hissettirmeden. zaman diyorum acımasız bir seri katil gibi...
..ama ve bazen , hiç aklımda yokken bir şarkı
tutturuyorum eskilerden. ajda'dan heves mesela. hem sözleri hem müziği zihnimi
meşgul ediyor bir süre. şarkıdan mı bilinmez kısa süreli ve geçici olduğunu
tahmin ettiğim hevesler takılıyor aklıma sonra sonra. misal zarifoğlu'nun
günlüğünden hareketle gerçekten günlük gibi yazsam diyorum bundan sonra..?
.. sonrası ne ve nasıl olur bilinmez elbet. yine çeşitli yerlerde görüp
fotoğrafladığım yalnız banklarıda mı yayımlasam diyorum ve sonra fotoğraf
kursuna yazılsam, akabinde dil kursuna gitsem. italyanca mesela. böyle
böyle dünyevi telaşlar işte. hakeza okuyamadığım kitaplar, izleyemediğim
filmler, yazamadığım cümleler bu yanda bir lokma, bir hırka öte yanda...
.
.
inanmak lazımmış meğer iskambil fallarına!
.teoman - kupa kızı sinek valesi