1- hüzün makamı :
oysa bu kadar hüzne bulaşmayı ben istemedim. nasıl anlatsam? hani olur ya! -eminim
sana da olmuştur.- iki ben'i vardır ya içinde insanın. bir iyi bir kötü. neşeli ya da hüzünlü öteki. benim de işte biri
ağustos böceği kıvamında yaz kış saz çalıp oynayan ötekisi atom karınca misali yemeyip içmeyip olanı biteni
ve hatta olacağı düşünen, durduk yere efkarlanan ve endişelenen iki ben var içimde. ama ve lakin ne zaman yazmaya otursam bu ikincisi çıkıyor karşıma hüzünlerden hüzün seçiyor, sarıyor sarmalıyor tüm hücrelerimi efkara boyuyor. demem o ki; yüreğimin çalar saatinde
hüzün; daha uzun ve daha çok yol kateden bir yelkovan, neşeli anlarım ise;
daha kısa ve daha az yorulanı akrep gibi.
8-ben en çok:
babamı sevdim. hem ne çok! lakin bir kez olsun seni seviyorum demedim o'na dünya sözüyle. denmezdi bizde. ayıp değildi de hani ne bileyim? yetişme tarzı. şartlar denen o vahim şey! o da bana demedi. ama beni çok sevdiğimi biliyordum her zaman. ikimizde biliyorduk birbirimizi sevdiğimizi. daha altı yaşında bile
değilken elimden tutup beni beşiktaşlı yaparken de, biraderle giriştiğimiz her kavgada sen büyüksün manasında bana kaşlarını çattığında da ve misal ismi
lazım olmayan bir hastanenin götü boklu görevlisine benim için yalvardığında da , o'nu dinlemeyip her seferinde burnumun
üstüme çakıldığımda bir kez olsun ben sana demedim mi demediğinde de biliyordum
beni ne çok sevdiğini. ben zaten seviyordum koşulsuz ve şartsız. kahramanımdı çünkü o benim. ben hayatta en çok babamı sevdim. onu da on sene önce kaybettim.
12-sensizlik bu başka bir şey değil:
büyük şehrin sessiz ve sakin olanını severim ben sevgilim.
bilirsin vardır öyle şehirler. misal kadıköy. pazar günleri bilhassa sekizle oniki arası
böyledir hep. tam istediğim gibi. öyle ki, sigara içmeyi özletecek ve yeniden
içmeyi isteyecek kadar. kış güneşi ve soğuk. ve bahariye. bir çakmak darbesi ile
kare ası tamamlamayı çok istedim. ama sonra verdiğim sözler geldi
aklıma. yakmadım. içime, içime attım. oysa markete diye
çıkmıştım evden. soğuğu ve güneşi bir arada görünce kadıköy'e indim. sessiz,
kimsesiz, soğuk ama güneşli sokaklar. kitapçılar ve plakçılar. hani
filmlerde olur ya!
nedim gürsel'in öğleden sonra aşk'ını arıyordum. seni
buldum yıllar sonra! sabahtı. onbiri beş geçiyordu. oysa dün gibiydi her şey. alkım'daydık. aynı kitaba
uzanmıştık. sol yanımdaydın. saçlarını mı boyattın? gözlerinin rengi de
değişmiş. lens mi onlar? parfümün ama aynı. adı
dilimin ucunda ama aklıma gelmiyor. oysa daha çok dans etmek geliyor içimden. ama hayır
bu gözler senin değil. "pardon" diyen
dudaklar hiç değil. "asıl ben özür dilerim
hanımefendi bir arkadaşa benz.." mahçup ve hızlı adımlarla dışarı çıktım alelacele. köşesini
döndüğüm ilk sokakta sensizliği içime atıp bir sigara
yaktım.
25-never on sunday:
bir çılgınlık yapacakmışım gibi hissediyorum bazı zamanlar. hoşuma gidiyor,
seviyorum bu hissiyatı. ve düşünüyorum da aslında kavga ettiğimiz kendimiziz.
hayatla kavga ettiğimizi sanıyoruz. oysa yok öyle bir şey.
hem bu pazar
da yine ve yeni bir şey yok. aynı. yine sıkıcı. daha az sıkıcı
olması için radyo eksen dinliyorum mesela. eskiden bulmaca çözerdim. şimdilerde
tomris uyar'ın üç senedir bitiremediğim gündökümü'nü okuyorum. her elime
alışımda sadece bir günü okuyorum. sanırım bu yüzden bitmiyor. bitsin de
istemiyorum galiba. öyle çok şey var ki içimde oysa. ama sonra değişik filmler
izliyorum. hoşuma giden filmlerin altını çiziyorum! bazen de dışarı çıkıyorum.
fazla duramıyor içeri giriyorum. çünkü ve zira soğuk, kalabalık ve mart
sonra. yarın yine pazartesi düşüncesi bir de. şu çılgınlık diyorum yakında
olacak gibi hem. sabretmek gerek. biraz cesaret, biraz karbonat. olacak gibi.
ama can sıkıntısı çok fena. üstelik pazar günleri. ve gündökümü yine bitmedi
.
shape of my heart
beklemek
-
metro istasyonunun serin, derin ve loş ışığında gelecek treni bekliyoruz.
biraz uykulu. biraz düşünceli. biraz yalnız. ömrümüz diyorum zaten hep bir
şeyle...