uzunçayırı geçip ulubatlı hasan gibi istanbul'un çamlıca sırtlarına dayandığımda saat ondörtotuzu gösteriyordu. yağmur bütün klişelere nazire yaparcasına bardaktan boşanıyordu. ve trafik orda durmuştu. vaktim çoktu. acelem yoktu. belki de o yüzden hayatımda hiç sinirlenmediğim, sabırsızlığıma yenik düşmediğim dahası adım adım ilerleyen sol şeritten şeritimi bir kez olsun değiştirmeden sekiz dakikalık yolu bir saat onbeş dakikada aldım. boşluklarda aracın radyosunda kayıtlı altı adet radyoyu tek tek dolaştım. ayrı ayrı tüm istasyonları sevsem de torpidoda uyuyan duman'ı uyandırdım. ağır aksak ilerleyen trafikte kah onlara ritim tuttum kah dışarıyı izledim. arada yarım metre ilerliyorduk. şikayetçi değildim. ta ki aydınlatma direklerinin tam ortasına konmuş lila renkli çiçekleri görene kadar. ne sevindim ne üzüldüm ama şaşırdım. hani daha çok kuş yuvasına benzettim. ilkbahar olsa belediyenin kuşlara amme hizmeti diyeceğim ama bu karda kışta çok dayanacaklarını sanmıyorum. sağ taraf ama çamlıca. hâlâ güzel ve hâlâ yeşil. silüeti bozan çirkin antenlerini görmediğime ayrıca sevindim. bu şekilde yağan yağmurla birlikte çamlıcadan boğaziçine aktık yorgun ve ağır bir savaşçı gibi. köprü ve sonrasında biraz olsun hızlandıysak da mecidiyeköy girişi istanbul gerçeğimizi bir kez daha vurdu yüzümüze. hoop hemşerim geçişler tek şeritten ve kontrollü dedi. eğdik yine boynumuzu, eyvallah dedik. toplantı binanıza vaktinden çok erken ve kazasız belasız ulaştıktan sonra harbiyeye dar attım kendimi. şöyle etraflıca, aylakça dolaşmayalı ne çok olmuştu buraları. beş, on hayır hayır onbeş yıl. tam tamına onbeş yıl. yeni yetme bir ergenle aynı yaşta şişli-osmanbey-pangaltı hatsızlığım. poyraz sk, hidayet sokağı, dere sokağı. bir sürü sokak. eskiden de bilmezdim bu isimleri şimdi de bilmiyorum. ama şahsen tanıyorum! oturacak akıllı uslu ama caddeyi de gören köşe bir mekan bakarak ağır ağır ilerliyordum ki müthiş bir koku geldi arkamdan ve hızla beni geçti. hemen peşinden de kokunun sahibesi, düz sarı saçları omuzunda, kendinden emin hallarını da biryetmiş boyuna mütemmim cüz eylemiş, mavi blucinli siyah montlu fransız güzeli girdi görüş alanıma. fransız olduğunu nerden mi biliyorum? ben öyle istiyorum çünkü. gözleri de maviydi üstelik der demez benim gözlerle birlikte van kedisini oluştururuz artık diye de salakça bir espri yaptım. yaptım evet. ben dahil kimse gülmedi. çünkü içimden yapmıştım. pek çoğu şeyi yaptığım gibi.
sonra işte bizim fransız güzeliyle üç yüz dört yüz metre, akan trafiğin tersine şişliye doğru yürüdük önlü arkalı. tam şişli camiinin kavşağından sola dönülen tenhada eğilip öpecektim ki çok şiddetli ve ardı arkası kesilmeyen korna sesi ile kendime geldim. önce sol şeritte önümdeki araçla üçyüz metrelik mesafeyi ve sonra arkamda çıldırmak üzere olan, garip hareketleri olan ticari taksi şoförünü gördüm. duman senden daha güzelşarkısını söylerken ben iki elimi teslim olmuş gibi havaya kaldırarak arkadakilerden özür diledim ve hızla olay yerinden uzaklaştım....
beklemek
-
metro istasyonunun serin, derin ve loş ışığında gelecek treni bekliyoruz.
biraz uykulu. biraz düşünceli. biraz yalnız. ömrümüz diyorum zaten hep bir
şeyle...
eternal sunshine of the spotless mind (2004)
-
mevsim kış. önümüz yılbaşı. onun ardı sevgililer günü malum. netflix mi çok
inceci, yoksa ben mi çok komplo teoriciyim? bilemedim. elimi dokunduğum
yerde y...