mademoiselle'e mektup - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

mademoiselle'e mektup

el yazısı ile kaleme alınmış mektup göndermeyeli ne çok oldu?
aslında mesele mektup yazmak değil de mektup yazmaya değer doğru  insanı bulmak ve kaybetmemek sanırım sevgili mademoiselle. yoksa satırlarca, sayfalarca yazıp da şişeler dolusu mektubu marmara'ya, ege'ye salmışlığım çoktur..
şimdi mesela o kadar çok , ama o kadar çok doluyum ki roman kalınlığında mektup yazsam kâfi gelmeyebilir. ama ve hani şu amerikan filmlerinde dedikleri gibi  "artık her şey için çok geç" olmuş olabilir mi? bilemiyorum..
.
orhan veli'nin nahit hanım'a yazdığı mektupları okudum geçen yaz. ahmed arif'in leyla erbil'e yazdıklarına da şöyle bir baktım. ve şimdi kafka'nın milena'ya yazdıkları duruyor masamın üzerinde.
 hayır mademoiselle, hayır!
o müstehzi gülüşünüzün ardına sakladığınız düşünceleriniz gibi değil gerçek.
anlaşılmak yahut okunmak değil salt mesele. yaşamak mademoiselle , ya-şa-mak!
bilmem anlatabiliyor muyum?
.
çünkü çok sevgili mademoiselle; hüznümüz gözlerimizden çok dinlediğimiz şarkılarda ele veriyor artık kendini. sadık haklıydı, hep haklıydı! iyiler, güzeller de bu şarkılar içimizden bir şeyler götürüyorlar her seferinde. yine de ve her şeye rağmen şarkıları tekrar ve tekrar sevmek istiyorum. fakat işte bir şeyler eksik gibi.
sonbahardandır diyor arkadaşlarım.
ama hayır! ne baharın ne de şarkıların suçu yok aslında.
eşgalsiziz sadece bu son-bahar yağmurlarında. sessiz ve kimsesiz değil de hani yalnızız daha çok yeni cami meydanında. yaNlız olamayacak kadar yaLnışız üstelik.
cümlelerimiz dilimize, kalbimiz eylüle karışmışcasına dağınık ve hüzünbazız kaç zamandır. oysa bak eylül geçti sıra ekimde ve sonra kasımda. ömür diyorum mademoiselle işte böyle geçiyor hiç bir şey anlamadan ve bizden habersiz. hem artık birbirimizi kandırmanın da bir  manası yok.
bir kaç gündür  buralarda, hem de bu kış ortasında esen yaz-bahar havasına aldanmayalım. bu yakası açık ve kısa kollu ilk-yaz cümleleriyle mutluymuş gibi yapmak bu ruha iki beden büyük geliyor.
hayır elbette ki rol yapmıyoruz ama hayat sahnesinden rol çaldığımız gün gibi aşikâr.
sahici olalım o yüzden!
hani okulu kırardık eskiden, bilirsin.
sinema, tiyatro ve bazı beşiktaş maçları için.
o günler diyorum geri gelse mesela -mecazi olarak elbet-
misal, işi gücü siktiredip bostancı hareketle burgazada'ya kaçmak "kaç paradır" şimdilerde.
martılara simit atmak hakeza.
ve yine eskisi gibi rüzgarla konuşmak vapurun yan tarafında? saklambaç,kuka,leblebi tozu,ilk-okul aşkımızdan ve annelerimizin pencere önündeki vita tenekelerinde yetiştirdiği çiçeklerden bahsetmiyorum bile farkındaysan..
işte böyle basit ve kendimce hayallerim var günü birlik.
para dediğime bakıp yüzünü buruşturma hemen. mecaz dedik ya daha en başında. en kötü cinaslı kafiye olmadı ince bir tecahül-i arif yapma niyetimdeyim. ama bana sorarsan en güzeli hüsn-i ta'lil. bunu bari çok görme bana mademoiselle..  bunu bari..
çünkü ve zira parasız bir dünyadan öte bir hayat düşlüyorum. paranın geçmediği, maddenin hüküm sürmediği bir coğrafya, bir kıta sahanlığı mümkün müdür sence?
bence hâlâ mümkün.. ümidimi kaybetmek istemiyorum. en azından ve hani bu gerzekliklere çok fazla ihtiyaç duymayacağın bir meridyen aralığı olmalı..  kim bilir belki de orhan veli'nin bildiği fakat anlatamadığı yerdir orası! kim bilir..
en nihayetinde hepimizin gideceği yer aynı değil mi zaten sevgili mademoiselle. paralı ya da parasız!
.
son tahlilde sevgili mademoiselle; hayallerle yaşamak değil de hayallerinin ve umutlarının hâlâ yaşıyor olması güzel tabi insanın. 
.
ve bu akşamüstü diyorum ; şöyle uzunca bir mektup yazmalı. kuşlar bile kıskanmalı...
.

şarkısı : .zaza fournier- mademoiselle

filmi    : lake house