sabahın altısına aboneyim kaç gündür. uykusuzluk, cok uyumak, şerife hanım'ın demli çayları, yorgunluk zihnen ve belki bedenen ve daha bir sürü şey olabilir neden. lakin şimdi tek gercek; sabahin altısı biyolojik uyanma saatim artik. martilarla birlikte elbet. sonra yedide kargalar ve nihayet sekizde serçeler eşlik ediyor bize. fakat uyanmak ne çare kalkamiyorum yerimden. kafka'nın samsa'sı görse kıskanırdı yeminle. uyur uyanık önce saga, sonra sola, sonra tekrar saga ve sonra yine sola derken tavanda takılıyor gözlerim. acaba diyorum boyası plastik mi kireç mi? emin olamıyorum. duvara yaslıyorum sonra başımı. duvar soğuk ama renkleri sıcak. hani şampanya mı desem sarı mı kararsızım. yoksa krem mi ? tavan boyası gibi onu da çözemiyorum. dalıyorum belli belirsiz. neydi o tavşan uykusu mu yoksa rem uykusu muydu, neydi? neydi bir arada tutan şey ikimizi? uzun sürmüyor dalgınlık hali, sayıların karmaşasıyla uyaniyorum. sayılar evet; 27 ve 19 veya 22 de olabilir. net degil. 31, 15 ve 17 var bir de. sayısal mı oynamalı? kararsızım. sonra agzımda, yok hayır bellegimde bir kızartma tadı. sabahın altısı. ve biber kızartması. bence de saçmalığın daniskası. ağzımda acımsı tadı. ve üstelik bir tek şarkı bile yok şimdi zihnimde. oysa her sabah mutlaka bir şarkıyla uyanırdım. dün mesela model. önceki gün sıla ve bir önceki gün zaz. lakin bugün şarkı yok. yağmur var...
beklemek
-
metro istasyonunun serin, derin ve loş ışığında gelecek treni bekliyoruz.
biraz uykulu. biraz düşünceli. biraz yalnız. ömrümüz diyorum zaten hep bir
şeyle...
eternal sunshine of the spotless mind (2004)
-
mevsim kış. önümüz yılbaşı. onun ardı sevgililer günü malum. netflix mi çok
inceci, yoksa ben mi çok komplo teoriciyim? bilemedim. elimi dokunduğum
yerde y...