kayboldum.
taşrada sakinlik arayan ünlü bir yazarın, yeni romanının bir türlü
yazılamayan giriş cümlesi gibiyim bugünlerde. ve hemen akabinde bir türlü bulunamayan kasaba gibiyim orta üç coğrafya atlasında.
yine de soruyorlar bir kısım meymenetsiz kamu ve özel teşebbüs binaların girişinde.
-kimsin sen?
cevap veremiyorum.donup kalıyorum ilk şaşkınlıkta.
neden sonra ;
-belki bir teoman şarkısıyım diyorum içtenlikle. havaalanında kaybolan bavulu gibiyim hani.
paramparça yani!
inanmıyorlar..
-o vakit belden aşağısı kırık bir
tuborg şişesiyim moda parkında. kimsesiz ve kırık diyorum.
üstümü arıyorlar telaşla.
-durun bir dakika belki de, bir ayfer tunç öyküsünde benliğini arayan bir adamın hikayesiyim diyorum heyecanla..
bu sefer yere yatırıyorlar..
-ama ve belki de
abidin dino'nun çizdiği bir resim, mesela mutsuzluğun resmiyim.
diyorum.
serbest bırakıyorlar....
çok fazla şey istemedim oysa bu hayattan. sıradan ve basit olsun istedim
her şey. kahve gibi sade olsun bir de. kalabalığa ve gürültüye yer
olmasın hayatımda.. tıpkı manasız ve çıkıntı bazı huylarım gibi..
kendimle baş
başa kaldığımda nasıl kararıyorsa kalemim, samimi ortamlarda bembeyaz
bir papatya gibi açıyor oysa sözlerim. daha çok yazdıkça ve biraz fazla
düşündükçe bir denge meselesi olduğuna inanıyorum artık bu birbirine
sırt çevirmiş iç ve dış hallerimin.
hayır, hayır! kesinlikle bir şeyleri gizlemek
yahut iki yüzlülük olarak algınlanmamalı bu farklı tavırlarım bayım. nasıl
anlatsam; bu tıpkı gece ile gündüzün, güneş ile yağmurun, yaz ile kışın
arasındaki bağ gibi kuvvetli. birbirinin zıttı gibi dursalar da
birbirlerinin var oluşlarından güç ve vücut buluyorlar adeta.
böyle bir şey işte..
kaldı ki ben de kabullendim artık bazı şeyleri. bir arkadaşımın dediği gibi yapamayınca yazıyorum. yahut konuşamayınca...
sıkıldıkça dirseğimde kabuk bağlamış yarayı didikliyorum. bazen de
ve özellikle pazarları balkondan tek tük geçen sokak insanlarını izliyorum. fakat
düşünemiyorum.
sanki zaman , her şey durmuş da bir ben kalmışım gibi
dünyada. ya da tam tersi bilemiyorum .
tuhaf bir durgunluk işte. bensiz geçip
giden hayatımın tek izleyicisiyim sanki şu an. lakin hissetmiyor, duymuyorum.
avucumun içinden kayıp giden hayatımı tutamıyorum. tek tutunabildiğim
hâlâ ve ısrarla şarkılar. evet göksel dinlemeyi hâlâ seviyorum.
sevdiğim başka şeyler de var. misal hâlâ kelimesindeki a harflerine
şapka giydirmeyi, dahi anlamına gelen de ve da bağlaçlarını ayrı
yazmayı. ıspanaklı böreği de çok seviyorum ama uyuyabilmek istiyorum
yine de gündüzleri. çünkü kıskanıyorum gündüz uyuyabilenleri ve her şeye
rağmen geniş durabilen insanları. onca hüznüne rağmen mizah duygusunu
kaybetmeyenleri.
sonra ve mesela uzun, çok uzun mektuplar yazmak istiyorum. ama ne
yazacağımı bilemediğim uzak yakınlarım var.
sadece ve sadece bir gün, hiç habersiz hatta
benim bile haberim yokken sevdiğim bir filmin içinde yitip gitmeyi
umuyorum.
.
beklemek
-
metro istasyonunun serin, derin ve loş ışığında gelecek treni bekliyoruz.
biraz uykulu. biraz düşünceli. biraz yalnız. ömrümüz diyorum zaten hep bir
şeyle...