bir yandan başıboş adımlarla
yürüyor öte yandan insanlara bakıyordum.insanlar. güzel insanlar. tutkuyla
yiyorlar, iştahla okuyorlar, keyifle tüttürüyorlardı sigaralarını. bir süre
öncesine kadar ben de onlar gibiydim. kaybedeli çok olmadı bu hissi. belki de
çok oldu. hatırlamıyorum şimdi. en son ne zaman böyle iştahla okuyup
tutkuyla bir şeyler yemiştim bilmiyorum. sigara dersen zaten birbirimize
eziyetten başka bir şey değildik. en çok çay içmeyi sevdim bu hayatta.
bilirsin. bir de kuşları. gerisi hep teferruat sevgilim, hep teferru..
.
iki
gündür arıyordum! tam olarak bir tarifi yok aradığımın. ama hiç yoktan bana o
güzel hislerimi hatırlatacak, hayata yeniden ve dört elle sarılmamı sağlayacak
tanıdık bir şeyler olabilirdi pekala. bu sebepten bahariye'yi gidip geldim iki
defa. yoruldum. nazım hikmet'te oturup çay sigara eşliğinde bir şeyler okumaya
çalıştım. olmadı. sakız gülü sokağını inip çıktım, rexx sinemasında
gelecek programa baktım, sahile indim ve yalnız bir bankta bir
süre denizi izledim. yosun kokusunu, genzimi yakan soğuğu iliklerime çektim.
balık pazarını turladım. sahaflara girdim, çıktım. yine olmadı. bulamadım.
değil tanıdık bir his yakalamak duyduğum, gördüğüm her şey, herkes yabancı
geliyordu. kış ortasında şekilsizdim. kimsesizdim. hissizdim. hiçbir şeydim. hayatın
değil kendi anlamımın peşindeydim. tutunacak bir ip, kalacak, devam edecek bir
sebep arıyordum. dört buçuk saat bu arayışın etrafında dolandım durdum. hiç bir
şey bulamadım. sadece. evet sadece sevdiğim bir kaç yazarın sevdiğim bir iki
cümlesi düştü hatırıma bu başıboş gezmelerde. ama onlar da bu boşluğun dibinden
çıkaramadı. sonra bir iki film repliği. neşeyle başlayıp hüzünle sonuçlanan bir
de şarkı. tanıdıklardı lakin kifayetsizlerdi. tıpkı benim gibi.
sonra
süslü balık lokantalarının birinin önünden geçerken... bir kadın....
kızıl
saçlı.
mavi
gözlü.
keder
yahut herhangi bir mutluluk ifadesini okumanın mümkün olmadığı ama çok güzel
yüzüyle
içimi
aydınlattı. bir yandan tüm varlığı ve dikkat çekici güzelliği ile dünyanın tam
orta yerindeymiş gibi dururken öte yandan sanki o'nun balığı değil de balığın
o'nu yediği hakeza masasındaki içkinin bu güzel kadını yudumladığı bir
dinginlik ve tüm o kayıtsızlığı, telaşlı olmayan dünya dışı hali ile metaforlar
oluşturdu bir süredir uyuyan zihnimde.
işte o
vakit, belki dedim.
belki
yazarsam değişebilirdi bir şeyler.
o dakika
kalan ömrüne spiralli, kareli bir defterle ömür biçen ekmel bey geldi aklıma.
o'nun kadar cesur olabilir miydim? hem yazma hem ölüme meydan okuma konusunda.
evet
düşündüğüm sadece yazmaktı. ve belki bu hissiz, sebepsiz dünyamda ölüme meydan
okumak bir de. fakat intihar günah olmamalıydı. ve yaşamak da bu kadar zor!
belki leon'u, güneşli pazartesiler'i tekrar tekrar izlememeli,
suzan defter'i ve garip'i yeniden okumamalıydım. şarkıları da bu kadar sevmemeliydim...
elbette bu değildi mesele. pişman da değilim üstelik.
o halde
nedir mesele, nedir?
bunu
burada anlatacak değilim tabi ki. belki bir iz bırakacak, sıradan da olsa bu
dünyadan bir mithad selim geçti dedirtecek hikayemi yazmalıydım. elimdeki tek
tutamak. yazmak.
yazmalıyım.
yoksa...
bu iyi mi
kötü mü bilmiyorum. yani; bu çoğu sebepsiz bazıları sebepli de gözükse anlamsız
sıkıntımı, içimdeki bu boşluğu yahut kalbimi sıkıştıran o şeyi dağıtacak tek
ilaç olarak yazmayı görmek. kaleme sarılmak.
ama ya o
da biterse! en büyük korkum. ki son zamanlarda mesela dün ve mesela bugün dört
buçuk saat boyunca başıboş dolaşırken sadece bir saniye aklıma gelmesi yazı
işlerinin iyiye işaret değil. ama işte bitiyor bir şeyler. anlamsızlaşıyor her
şey gitgide. buhar olup uçmak istiyorsun. bir sis bulutu gibi güneşe ulaşmak.
hakkını veremiyorsun hiçbir şeyin. ekmel bey; "unutulmayacak bir iz
bırakan adamlardan değilim" derken. unutulmak istiyordu okunur
okunmaz. ama sen beni unutma okuyucu. unutulmak çünkü kötü. eminim ekmel bey de
unutulmak istemezdi. belli ki şartlar denen vahim şey söyletmişti bu kelimeleri
o'na da. hem iz bırakma konusunda bir farkım olmasa da ekmel bey'den sen beni
unutma yine de unutma sevgilim okuyucu..
bu arada
hak demişken, pazarın hakkını pazara vermeli. yıllardır sıkıldıkça, nefes
alamadıkça pazara bok atıp durdum. oysa tüm sorun bendeydi.
içimde. insanız sonuçta, kabullenmesi zor. ama şimdi itiraf vakti. pazarın
hiç bir suçu yok. bütün kabahat benim.
ve kalbimi kıranları ben
affediyorum şimdi tüm yüreğimle.
umarım
kalbini kırdıklarım da beni affeder....
.