niye böyle olur her defasında bilmem. kurtulmak için can attığım bir yerden ayrılırken tuhaf bir hüzün kaplar içimi. çoğunlukta olan anlarım, anılarım da değil de azınlıkta olan güzel anlarım hücum eder beynime. hüzne ve melankoliye hazır beynimin ve yüreğimin bir oyunu mu bu yoksa başka bir şey mi bilmiyorum. bildiğim ve şu an düşündüğüm tek şey; ardımda bıraktığım her insan ve her yer gibi burayı da çok özleyeceğim. en azından belli süre eşlik edecek bana. bunaldığım anlarda, ya da rastgele çalan bir şarkıda yahut bir kokuda buraya geleceğim. elbet güzel anılarımla. ve özlemle. sonra hayatın gerçekliği çekecek beni kendi içine.
bağdat caddesi'ne ve üzerindekilere hakim konumdaki masamdan yazıyorum şimdi bunları yine. arada yazmayı bırakıp dışarıyı izliyorum. sonra yine yazıyorum. oysa hala yapılacak bir dolu işim var. toparlamam, toparlanmam lazım. gitme psikolojisi olsa gerek. hareket etmiyor sadece düşünüyorum. sanırım en çok özleyeceklerimin başında arada bana nefes alma imkanı veren bu masa gelecek. sonra elimde çayım, balkondan gelen geçeni izlediğim sadece izlemeyip bazen onların hikayeleriyle çıktığım hayali yolculuklarımı da özleyeceğim. genç, yaşlı, kız, erkek, öğrenci, memur, simitci, çaycı, tezgahtar, şoför, yakışıklı, güzel, havalı erkekler, kadınlar. mutsuz, yorgun insanlar. elbette ağaçlar, kuşlar, boş banklar, güneşli pazartesiler. ve rüzgar. beni alıp bazen içindeki insanlarla bazen yalnız uzaklara götüren rüzgar. karşı komşunun begonyası sonra.
onu da özleyeceğim.
.