tony gatlif-gritos de guerra şarkısını herkes dinlemeli bence. ben mi çok
abartıyorum bilmiyorum ama eğlendirirken hüzünlendiren,
hüzünlendirirken eğlendiren bir acayip eser. bazı şarkılar güneş gibi,
aşk gibi ilk anda çarparlar beni. ama bu, sanki dinledikçe, yıllanmış
şarap gibi durdukça kıymete bindi. yıl olmadı daha ama sanırım bir-iki
aydır duruyordu listemde. şimdi bir şeyler karalamak için pc başına
oturduğumda "anabel"den sonra çalmaya başladı alttan alta. sonra bu
satırları yazdım. şunu da biliyorum ki bu kadar övmeme, yüceltmeme ve
sıkılmadan peş peşe onlarca kez dinlememe rağmen iki ay sonra
unutacağım. maalesef nankörüm şarkılar konusunda. aslında ve galiba pek
çok konuda...
misal, üşenmedim saydım 67 adet bloggerı
takip ediyormuşum google reader'da. çoğu sık sık yazıyor çoğu da uzun
zaman yazmıyor. uzun zaman yazmayanlara dikkat ettim. üslubunu en çok
sevdiklerim. dün gereksiz bir iş görüşmesinden geldikten sonra yaptım bu
sayımı. sabahtan beri yollardaydım. bir görüşme için bu kadar zaman
harcadığım yerde çalıştığımı düşünemiyorum. yine de servisi varmış,
kitap okurum en azından diye düşünmedim değil hani. doğmamış çocuğa don
biçmek böyle bir şey olsa gerek.
reader'da okunacak
onyedi yazı birikmiş. hepsini okudum. yo hayır hepsini okumadım, salt
müzik yahut videolu olanları bakmadan siliyorum. akmayan, beni sarmayan
giriş cümleli olanları okundu yapıyorum. diğerlerini tek tek okuyorum.
çok beğendiğimi paylaşıyorum. ama tüm bunlardan kime ne? vakit
geçiriyorum işte. kafama üşüşenleri ayırt etmeksizin parmaklarıma havale
ediyorum. sonra tekrar okumadan kaydı yayınla diyeceğim. bugün farklı
olsun istiyorum bir şeyler. işte onlardan biri de bu yazı olsun
istiyorum.
ya da belki de dün görüşmeye gittiğim
yerden bahsedeyim biraz. kısmen devlete bağlı bu yerde daha çok özel
sektörde görmeye aşina olduğumuz bir titizlik, düzen, intizam, temizlik
hakimdi. makyaj diyorum aslında ben buna kısaca. içi boş ve kof olan ama
dışında tüm albenileri mevcut olan. ve sanki özellikle bu ortama uygun
seçilmiş üzerlerine cuk oturan dar kesimli takım elbiseleriyle filinta
gibi beyler, prezantbal bayanlar. ama sanki biraz kasıntı ve havalı
gibiler işte. şöyle bir kendimi çek ettim bunu düşünürken, acep onlar
beni nasıl buldular diye. soramadım tabi. kendime sordum ben de.....
düşündüm
de bu yazma eylemi deli yahut aptal cesareti veriyor insana! hayır öyle
her şeyi döküp saçma anlamında değil. başka türlü bir şey kastettiğim.
ama boşver.. kafaları karıştırmayalım durduk yerde...
ama
çaresizlik, çözümsüzlük, huzursuzluk kötü şey, olmadık şeyler
yaptırabilir adama. şimdilik sadece düşündürüyor. ama çok düşündürtüyor!
dönüp dolaşıp aynı yerde tıkanması da kötü insanın. tıpkı benim
çırpınıp , dönüp dolanıp kürkçü dükkanı misali buraya yazmam gibi. belki
de yazmamalıyım.
karışık.
çok karışık.
hem de karmakarışık.
işin kötüsü ne biliyor musun sevgili anabel?
ben
böyle değildim. yani yazılarımda ne kadar karamsar ve hüzünbazsam
gerçek hayat da o kadar şen şakrak, şakacı , alaycı ve hatta
vurdumduymazdım. lakin şartlar denen o vahim şey ve belki de çok yazmak,
her şeyi yazmak, yazılarımla gerçeğimi bir noktada birleştirdi. şimdi
durduk yerde "hımf"layan, sıkılan bir adam oldum. elbet dahili ve harici
sebepleri mevcut bu durumun. lakin işte teşhisi bilinse de tedavisi
olmayan bir durum sanırım benimkisi.
ve dün ya da önceki
gün hep aynı şeyleri yapıyorum dedim ya sana. nerden esti bilmem hep
sütlü içtiğim nescafeyi sütsüz içmek istedim bugün. içimden bir ses bir
de böyle dene dedi sanki. denedim. hiç fena değilmiş. hatta çok iyiymiş.
bundan sonra kahveyi sütsüz içmeye karar verdim. evet.
.
tony gatlif - arrinconamela
beklemek
-
metro istasyonunun serin, derin ve loş ışığında gelecek treni bekliyoruz.
biraz uykulu. biraz düşünceli. biraz yalnız. ömrümüz diyorum zaten hep bir
şeyle...