geçen bayramdan bu yana ilk kez gidiyorum kadıköy'e. dolmuşa binmeyeli de uzun zaman olmuştu. ama şu para alışverişi ne tuhaf göründü gözüme. hatta gereksiz. elden ele, elden ele. yorucu bir de.
paramı tam uzatmıştım ki. acı bir fren sesi. arkasından büyük bir gürültü. hep beraber arkamıza dönerken dolmuş şoförü;
-höst
arkamdaki abi ise;
-oradan dönülür mü be kardeşim dedi..
neyse ki maddi hasarlı kazaydı. ama ilginçtir nadiren yaptığım empatilerin içinde buldum o an kendimi. güneşli güzel bir kasım pazarında adam, pazarının heba olduğuna mı yoksa arabanın hurda olduğuna mı yansın. üzüldüm adam için. ki beş dakika önce hesapsız kitapsız ve de dikkatsiz biçimde direksiyondaydım ben de...
sıkılmıştım pek çok şeyden. tek bir yer paklardı beni. söğütlüçeşme caddesinden bahariye'ye çıkıp oradan her zamanki gibi sakızgülü'nden sahafların olduğu caddeye, oradan da balıkçılar çarşısına uzanacak ara sokaklarda kaybolacaktım. yürüdüm ayaklarıma kara sular inmedi belki ama çok yoruldum. sakızgülü'nden aşağı inerken reks'i geçer geçmez narin bir bayan sesi;
-yuusuuf yusuufff
megafondaki ergen sesi ise;
- buyur melahat abla
-bize iki çay
onları hemen geçince marakeş isimli cafeyi gördüm. daha önce de kaç kez gördüm ama bugün daha bir hoş göründü hem cafe hem ismi. bloga ismini bile vermeyi düşündüm. sonra bay yengeç'i, craze'yi , biberr cafe'yi görünce vazgeçtim.
sakızgülü'nden sahaflara, akmar'a oradan alkım'a geçtim. listemdeki iki kitabı aldım. birini bulamadım. tekrar sakızgülü'nden yukarı çıkıp bahariyeden durağa yürüdüm tekrar.
dönüşte ben otobüsteyken ziverbey durağında bekleyen uzun boylu endamı yerinde güzel bir kız gördüm. baktım. o da bana baktı. ama ben abartarak ve sanki tanıyormuşum gibi uzun uzun baktım. hatta benim otobüs hareket ederken arkama döndüm bir daha baktım. o da bana baktı. çıkaramadı o arada gelen 112 numaralı otobüse bindi ve gitti...
.