evet.
işte yine akşamın bu kör karanlığında, içinde bulunduğum trenin bilmediğim en uçsuz en bucaksız en ücra yerlere gitmesini ve oralarda kaybetmesini istedim beni. istedim de gitmedi namussuz tren! onun yerine peş peşe ve ardı ardına ve hemen akabinde olmak kaydıyla, maltepe, süreyya plajı, idealtepe, küçükyalı, bostancı, suadiye, erenköy istasyonlarını saydım. reklam arası genişliğindeki istasyon aralarında da alem göt olmuş ve herkes kendi aşkının ekmeğini yer gibi iki "veciz" duvar yazısını okuyup onlara hak verdikten ve dahi başımla onayladıktan sonra mahkeme duvarından hallice suratlarımızla baktık birbirimize vagondaki cemaatle. sonra ineceğimiz istasyona gelip evlerimize dağılırken ben yine mutsuz oldum. trenim alıp beni uzaklara götürmedi diye. belki niyetim yok gitmeye. yahut niyetim var da cesaretim yok. ya da işte öyle bir şey.
ama bazen kapatıyorum gözlerimi bu işe gitme-eve dönme ritüellerimde. uzun bir yolculuğa çıkmış gibi hissediyorum. nereye gittiği meçhul bir trenin içinde olmayı diliyorum açtığımda gözlerimi. ama olmuyor. hem senle ben farklı yönlere giderken aynı istasyonda karşılaşan iki trenin içerisindeki birer yabancı gibiyiz. ve artık eminim bir çemberin içindeyim lakin kafam dışarıda. mut-lu-luk tam sekiz harf. keşke hiç keşke demek zorunda olmasaydım. bu yüzden kimseyi suçlayamam. tek taraflı bir duygu bu benimkisi hem de en karşılıksızından. ama bir insan ömrünü kendine acıyarak geçirebilir mi ya da buna ömür denir mi? kalbim hiç bu kadar açık olmamıştı haykırmak istiyorum, konuşamıyorum....
.