sabah kalktığımda midemle kursağım arasına yerleşmiş sebepsiz bir sıkıntı buldum. ne yutabiliyordum ne de çıkarabiliyordum. ne hareketli ve neşeli müzikler, ne egzersizler ne tempolu yürüyüşler fayda etmedi. tek umudum güneş ve iyot kokusuydu. yüzümü gözümü ısıran soğuğa aldırmadan indim sahile. üç beş kuş, bir kaç insan fotoğrafladım. bir martıyı ellerimle, çift kaşarlı tostumla besledim. garsonun diğer garsona yaptığı fenerbahçe şakasına gülecek gibi oldum. bir çocuğun yüzünde uzaktan umut aradım. serçelerin pır pır dinmeyen aktivitelerine dalıp gitmek istedim.
olmadı.
kağıdı kalemi alıp kürkçü dükkanına döndüm daha 24 saat geçmeden. ve geçmeyeceğini bilerek ama en azından kendimi ve düşüncelerimi oyalamak için yazmalıyım dedim.
olmadı.
kağıdı kalemi alıp kürkçü dükkanına döndüm daha 24 saat geçmeden. ve geçmeyeceğini bilerek ama en azından kendimi ve düşüncelerimi oyalamak için yazmalıyım dedim.
şimdi işte; sahilde bir kafenin dış çeperinde ve zemheri soğuğunda oturan tek kişi olarak aklıma geleni yazıyorum. içimdekini çıkarmak için.
pazartesi güneşinin altındayım. kuzeyli rüzgarlara cepheyim. hareketli şarkılar yerini hüzünlü mixe bıraktı spotify'da. kuvvetli esen rüzgarın okul kıran liselilerin neşesinden bir tutam bırakmasını diliyorum üzerime. ki üstümdeki toprağı savursun uzaklara. bana neyin iyi geleceğini bilmeyerek ya da bilip de bilmemezlikten gelerek. misal dün akşam yarım bıraktığım filmdeki kadın gibi kimselere bir şey demeden küçük bir çantayla bilinmeze mi sürsem arabamı. yol beni nereye sürüklerse artık. buna cesaretim var mı? oysa ve mütemadiyen trenler geliyor, trenler gidiyor solumdaki raylardan. insanlar konuşuyor. yiyip içiyorlar nefes almaksızın. kuşlar da uçuyorlar cemal süreya'ya nazire yaparcasına. sanki ve sadece bir ben duruyorum. benim dışında herkes ve her şey hareket halinde. dünya bile. doğudan batıya. doğudan batıya.
çıkışı olmayan sonsuz bir gaybubetin içinde yuvarlanıp duruyor gibiyim uzun süredir. yazıya ve fotoğrafa tutunup dinlenir gibi oluyorum arada. ama sonra tekrar ve tekrar dinmeyen bir döngüye teslim oluyorum. gelmeyecek olanı bekliyor gibiyim. yahut hiç tutulmamış ve tutulmayacak olan sözü vermiş gibiyim. kendime ve başkalarına. sonra sahili dolduranlara bakıyorum. tekli, çift yahut üçerli beşerli gruplar halinde yürüyenlere. yüzlerinde anlam arıyorum. ser verip sır vermiyorlar. mutsuz görünmüyorlar ama mutlu da değiller. görüyorum! iki halin arasında gidip geliyor gibiler.
çıkışı olmayan sonsuz bir gaybubetin içinde yuvarlanıp duruyor gibiyim uzun süredir. yazıya ve fotoğrafa tutunup dinlenir gibi oluyorum arada. ama sonra tekrar ve tekrar dinmeyen bir döngüye teslim oluyorum. gelmeyecek olanı bekliyor gibiyim. yahut hiç tutulmamış ve tutulmayacak olan sözü vermiş gibiyim. kendime ve başkalarına. sonra sahili dolduranlara bakıyorum. tekli, çift yahut üçerli beşerli gruplar halinde yürüyenlere. yüzlerinde anlam arıyorum. ser verip sır vermiyorlar. mutsuz görünmüyorlar ama mutlu da değiller. görüyorum! iki halin arasında gidip geliyor gibiler.
eskiden yazdıkça ısınırdı ellerim. şimdi ısınmıyorlar. onlar da yüz çevirmiş gibiler bana. oysa bilinen kuraldır bu; sen dünyaya sırtını dönersen dünyanın da sana sırt çevirmesi kaçınılmazdır. ne var ki; kucağıma bırakılan bu yükle ne yapacağımı bilmiyorum sevgili ibrahim. bilmiyorum. bilemiyorum.
yani,
yani,
bazen hayat çok kötü gidiyor ve ben onu nasıl yazacağımı bilemiyorum*
..
.