3-fosforlu yeşil - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

3-fosforlu yeşil

 



haftada bir geldiğim işimde neredeyse bir yıllık iş birikmiş. hemen bir liste yaptım. tamamladıkça fosforlu yeşil kalemle üstünü çiziyorum. sonra çayımdan bir yudum alıyorum. solumdaki güneşe bakıyorum. düşünüyorum. tüketmek, tükenmek an meselesi diyorum. biri bitiyor öteki geliyor. geçen saatler, biten yıllar gibi. gün gelecek bizim de üzerimiz çizilecek.
peki ne yapacağız?
bu realiteyi hem unutacağız. hem unutmayacağız.
'hiç ölmeyecekmiş gibi dünya, yarın ölecekmiş gibi ahiret için....'
denge şart.
denge mühim.
kolay mı?
bana değil. 

bir gün önce yerin kırk bin fersah altında karanlıktayken bir gün sonra sahilde poz peşinde koşuyorum.
şikayetçi miyim?
asla.
sadece yeni hayata uyum sağlamaya, kaybolmamaya çalışıyorum. açığa, bilinmeze doğru kulaç atarken bir gözüm devamlı kıyıda. tarifsiz bir ceylan tedirginliği. yahut güvercin ürkekliği..
tam ben bunları yazarken zamanında yani çocukluğumda erol evgin'in en sevdiğim (anlamını bilmeden!) şarkısı ah bu hayat çekilmez çalıyor radyo 45likte.
işaret mi, tesadüf mü, tevafuk mu yoksa kader mi ?
hep olan yine oluyor. 
çok kısa süreliğine muazzam bir sevinç ve iyilik haliyle umutlanıyorum. gizli bir özlem doluyor içime. sanki görünmez, kocaman bir kapı açılacak önümde ve ben oradan mutluluğa, huzura dokunacakmışım hissi. 
inanılmaz..
açılıyor o kapı.
sol çaprazımdan ofisime dolup taşan güneş beni önüne katıp suadiye sahile atıyor. aynı güneşe karşı bir bankta oturuyorum şimdi. sağımda da sen varsın. önümüzde deniz ve ne kadar süreceğini kestiremediğimiz bir mutluluk. 
konuşmuyoruz. 
sanki bu büyülü anı bozmamaya yeminliyiz. ve rüzgar denizden karaya esiyor.
neydi adı? 
dur bakayım. sana da soramam şimdi. efsunu bozmamalıyım.. 
hah hatırladım. meltemdi sanırım. deniz meltemi. rüzgarın denizden savurduğu kokuyla senin kokunun türbülansındayım şimdi. soluna, bana bakıyorsun. bir şey diyecek gibi. demiyorsun. ama gözlerin beni sevdiğini söylüyor. gülümsüyor. dünya bir süreliğine dönmeyi bırakıyor.
sahilde o an sadece üçümüz varız. güneşin şahitliğinde sen ve ben. ama ellerim hala soğuk. her kış başlangıcından bahar bitimine buz gibi olur. bunu zaten biliyorsun.
ellerimi iki elinin arasına alıyorsun. sadece elime değil yüreğime de dokunuyorsun.
bunu da biliyorsun.
güneş ruhumuzla birlikte kalbimizi de ısıtıyor. ne var ki bulutlar çok uzakta değiller. galiba biraz hüzünlüyüz. uzaktaki bulutlara bakıyoruz. havayı dağıtmak lazım. bulutların üzerinde yol alan kuşları gösteriyorum işaret parmağımla. sonra parmağımı yeniden avuçlarındaki sevgine bırakıyorum. lakin bulutlar git gide yaklaşıyorlar. açıklarda oto yedek parçası, bebek maması taşıyan kuru yük gemileri ağır ağır seyrediyorlar bu sessiz sevdamızı. rahat durmuyorum. bu anı ölümsüzleştirecek bir kaç mısra arıyorum cemal süreya'dan. tam bulup söyleyecekken bu kez sen işaret parmağınla sus diyorsun dudaklarıma mühür vururcasına. 
çalan telefonla uyanıyorum daldığım hülyadan. 
kendime gelir gelmez ilk söylediğim, tek dileğim;
şimdi burada olsaydın.
sahilde güneşli bir bankta otursaydık. cemal süreya'nın en sevdiğim şiirini okusaydım ezberden. yahut konuşmasaydık hiç. denizi ve kuşları seyretseydik. martıların o çocuk neşesini sessiz mutluluğumuza katık etseydik. binlerce sevgi sözcüğünden daha anlamlı olurdu diyorum.
bilmem ki ne dersin?
.