rize turist çayı - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

rize turist çayı



hürriyet, günlük-müstakil-siyasi bir sedat simavi gazetesi iken bizim için en işe yaramaz kısımları olan seri ilanlar sayfalarını iki kanat şeklinde açıp salonun ortasına sererdi. sonra da bakkaldan aldığı sarı paketteki rize turist çayı ile kırmızı paketteki tomurcuk çayını gazeteye döküp özenle karıştırırdı. saatçi titizliğinde, yirmi yirmi beş dakika uğraşırdı. neler geçerdi aklından bilinmez. annem kızardı. ama ses etmezdi. çayı çok severdi çünkü. günde on beş yirmi bardak içmeden uyuyamazdı. eve misafir geldiğinde de kendi elleriyle demlerdi çayı. hatta bir gün mahalle kahvesinde kahvecinin acil işi çıkıp bir saatliğine kahveyi o’na bıraktıktan sonra artık mahalleli o'ndan ister olmuştu çayı. "kahveciler kaynar suyu boca ederek haşlıyorlar çayı" derdi dost meclislerinde. çayı önce bir yıkamak lazımmış. hafif ıslatıp süzdükten sonra demlenmeliymiş. yine çayı doldurmadan önce bardakları sıcak sudan geçiriyormuş ki, çayın sıcaklığı ve tadı kaçmasınmış.
çayı anlattığı gibi böyle bir sürü hatırasını anlatmayı severdi. çok da güzel anlatırdı. evde konu komşuya, kahvede esnafa anlattığı anıları bitmezdi. insanlar ağzı açık o'nu dinlerdi. ben de dinlerdim. bir gün o'nun gibi anlatabilecek miyim diye hayaller bile kurardım.
.
sözle değil daha çok hareketleri ile öğretirdi. dostluğa, arkadaşlığa önem verirdi. bir pazar günü beşiktaş maçı için ali sami yen stadı önünde buluşacağımız iş arkadaşı ile bir araya gelemedik bir türlü. şimdiki gibi telefon yok. iletişim sıfır. dön dolaş bekle. arkadaşı yok. maç başladı yine yok. girmedik maça. yanlış yerlerde beklemişiz birbirimizi. o da girmemiş maça. mutlaka gelmiştir buralarda beni bekliyordur düşüncesiyle. aynısını o da düşündüğü için ne maça girdik, ne eve döndük. maçın sonlarına doğru nihayet rastlaştık. son 15 dakikayı izledik.  kızmadılar, darılmadılar birbirlerine. dostlukları daha önemliydi çünkü. şimdi hatırlamadığım şekilde şakalaştılar birbirleriyle. yüzleri gülüyordu. bir tek ben gülmüyordum. çünkü beşiktaş kazanamamıştı. maçtan sonra tabi ki çay içmeye gittik. bildiği çok iyi çay demleyen bir çay ocağı varmış. ermeni mezarlığının arka sokağında. ben oralet içerken onlar orada bir kez daha demlediler dostluklarını.
.
israfı sevmezdi. neşet ertaş'ı ve paylaşmayı severdi. artan ekmek parçalarını ıslatıp, balkondaki kuşlara verirdi. günde iki paket maltepe sigarası içerdi. annem bu yüzden çok kızardı.

"emzik gibi ağzından düşürmüyorsun. bir gün öldürecek şu zıkkım seni" derdi.

kızmazdı. ama kendince itiraz ederdi.

"bırak hanım allah'ını seversen. şu üç günlük dünyada, üç paralık keyfimiz var. onu da burnumuzdan getirme" derdi gülerek

zekiydi, çalışkandı ama çok ileri görüşlü bir kadın değildi annem. daha çok günlük düşünürdü. yarına yarın olunca bakarız derdi. ama haklı çıktı. doktorlara göre her gün iki paket devirdiği sigara yüzünden, dayıma göre ise kaderden öldü babam.

şimdi. salonun ortasında, halının üzerine dünya gazetesini açtım. üzerine önce sarı paketteki çayı boşalttım. sonra da kırmızı pakettekini. özenle karıştırıyorum.
.
.
neşet ertaş - gönül dağı