scent of a woman - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

scent of a woman

masumiyet müzesini okuyordum. yapacak daha iyi bir işim yoktu. dört günlük yok hayır beş günlük trafik curcunasından, debriyaj-gaz-fren üçlemesinden ve gri asfalttan bunalıp gergin bedenimi lila renkli otobüsün şefkatine bıraktığım akşam yorgunluğunda biraz da zoraki okuyordum. bir sayfa okuyup üç dakika camdan dışarıya bakıyordum. bazen de inen-bineni izliyordum. diyebilirim ki ilgimin en zayıf halkası masumiyet müzesi idi. sonra işte, altıyı yirmi geçe, otobüs atatürk caddesine henüz girmişken bir kadın geldi. doğrusu, önce kokusu geldi.  sonradan olma sarı ve uzun saçlarıyla, siyah deri ceketiyle hemen önümdeki koltuğa oturmuştu. kitabın gereksiz detayları arasındaki kaybolduğumu koku beni kendime getirince anladım. parfümün adı dilimin ucundaydı. ama bir türlü aklıma gelmiyordu. yıllar öncesinden geliyor gibiydi ama gelecekten gelme ihtimali de vardı. mâmafih tek kurşun atmadan teslim oldum hem kokuya hem sahibine. koku, kadında öyle güzel duruyordu ki hani okuduğu kitabı da görebilseydim şayet melekler şehrinin, paralel evrenlerin, schrödinger'in kedisinin ve daha bir sürü uzak ihtimalin gerçekliğine şahitlik yapabilirdim hemen oracıkta. o da ne? sanki iç sesimi duymuş gibi birden arkasına döndü kadın. bir şey diyecek gibi oldu. ben o'nu tanıyacak gibi oldum. ama ikimiz de bir şey söylemedik. ben gözlerimle , o dudağının sol kenarıyla gülümsedik karşılıklı. sonra o önüne döndü. ben masumiyet müzesi'ne. okuyamadım elbet. ayracı kaldığım sayfaya sıkıştırıp kitabı çantama koydum. telefonumdaki müziği model'e ayarladım. uzunca bir vakit ne yapacağımı bilemeden, kokunun verdiği  hislerle uzak-yakın ne kadar hatıram varsa sütçü beygiri gibi döndüm etrafında. sanki bir karar vermem gerekiyordu. ve her vakit olduğu gibi gri olmamalıydı hiç bir renk, hiç bir karar. ya hep ya hiç olmalıydı çünkü. yeterince ara'da kalmıştım zira. burada da duramazdım. lakin karşı koymak da manasızdı hatıralara. öldürmeyen acılar güçlendirir miydi? sahi neydi ve nasıldı o laf ? ama işte acı değil de tuhaf bir his, acayip bir iz kaldı bu akşam içimde. bir nevi geçmişin hesabını yahut geleceğin provasını yapıyordum. 
hem hesap demişken  ne diyordu yeditepeli yusuf;  aşkın kar-zarar defteri yoktur alacağın varsa yüreğine yazacaksın" ..  yüreğine yazacaksın... yüreğine.... derken  otobüsün mekanik ablası bir sonraki durağı anons ediyordu; şair nedim'miş adı.
.
son çalan şarkı : moDel - kuğunun ağıtı
.